Salı, Aralık 30, 2008

Canga cılıngız kuttı bolsın tüm blogger arkadaşlar:)

Altay Türkçesi: Slerdi cangı cılla utkup turum!
Azerbaycan Türkçesi: Yeni iliniz mübarek olsun!
Başkırt Türkçesi: Hizzi yangı yıl menen kotlayım!
Çuvaş Türkçesi: Sene sul yaçepe salamlatap!
Füyu Kırgızcası: Naa cılıngar guttug bolsun!
Gagauz Türkçesi: Yeni yılınızı kutlerim!
Hakas Türkçesi: Naa çılnang alğıstapçam sirerni!
Karaçay-Malkar Türkçesi: Cangı cılığıznı alğışlayma!
Karakalpak Türkçesi: Canga cılıngız kuttı bolsın!
Karay/Karaim Türkçesi: Sizni yanhı yıl bıla kutleymın!
Kazak Türkçesi: Janga jılıngız kuttı bolsın veya Janga jılıngız ben!
Kırım Türkçesi: Yangı ılıngız kaırlı (veya mubarek) olsun!
Kırgız Türkçesi: Cangı cılıngız kuttu bolsun!
Kumuk Türkçesi: Yangı yılıgız kutlu bolsun!
Nogay Türkçesi: Yanga yılıngız men!
Özbek Türkçesi: Yengi yılıngız mübarek bolsun!
Sarı Uygurca Türkçesi: Ak éy yahşi mo!
Şor Türkçesi: Naa çıl çakşı polzun!
Tatar Türkçesi: Sezne yanga yıl belen tebrik item!
Tuva Türkçesi: Caa çıl-bile bayır çedirip or men!
Türkiye Türkçesi: Yeni yılınız kutlu olsun!
Türkmen Türkçesi: Teze yılınızı gutlayaarın!
Uygur Türkçesi: Yengi yılıngızğa mübarek bolsun!
Yakut Türkçesi: Ehigini şanga sılınan eğerdeliibin!''

ya tutarsa:)))

önce dileyeceğiz değil mi, yazacağız, yazacağız ki gerçek olma olasılıkları artsın...
alttaki liste devam ediyor o zaman;

2009'da bir ingiltere seyahati de şart.

meksika 2010'a kadar bekleyebilir ama hazırlıkları yapılsın...

güzellll bir kütüphane sistemine de hayır diyemeyeceğim.

bir sürü ayakkabı ve çantaya, piyangodan çıkacak paraya da:))))

Pazartesi, Aralık 29, 2008

yeni yılda yapılacaklar

kızım şimdiki gibi sağlıklı, neşeli, mutlu olsun. e ama gelecek yıl biraz kilo alsın ve de azıcık boyu uzasın... okulda ilk senesi ya, her şey iyi olsun, okulu sevsin, iple çeksin, ödevlerini yapsın, dersleri iyi olsun...

şimdiii, ulusal bir gazete hakikaten hala gönlümden geçiyor. akşam'daki yazılarımın bitmesinden cidden çok mutsuzum. 2009'da yeni bir gazete bekliyorum...

e artık ispanyolca öğreneyim bu yıl demeyeyim, ayıp oluyor:) ama belli olmaz, vakit varsa belki yine çalışırım kendi kendime. hasta la vista!!!!

yeni bir kitap yazabilme ihtimali zor da, hiç değilse projelendireyim birşeyleri. aklıma iyi bir şeyler gelsin, hiç değilse çatısı olsun yeni bir kitabın, hayali, neşesi, heyecanı olsun.

2008 hakikaten sinema ve film izleme açısından pek vasat geçti bu yıl bana. tekrar döneyim sinemalarıma, gideyim, izleyeyim bol bol...

güzel bir alaçatı tatili olsun yine.

bir yurtdışı tatili de olsun.

bir gemi seyahati olsun bir de:)))

dergiler iyi gitsin...

ailem, sevdiklerim, dostlarım hep iyi olsunlar bu yıl da. herkesin sağlığı, keyfi yerinde olsun.

bol bol kitap okuyayım yine... bıraktım bir iki aydır. iyi değil böyle...

bol bol müzik yine olsun tabii.

kızımla neşeli gezmeler, dostlarla neşeli zamanlar olsun.

bilin bakalım

bilin bakalım aşağıdaki "bir gün neyi anlayacağız?" konulu ilkokul kompozisyonunu yazan şahıs kim? kim olabilir bunu gazetede köşe yazısı olarak yazan arkadaş? hadi bakalım:)))

"Bir gün, güzel bir gezegende, güzel pazartesiler için uyandığımızı anlayacağız.

Bir gün, bu ülkenin hâlâ güzel bir yer olduğunu anlayacağız.

Bir gün, herkesin birbirine benzemesinin şart olmadığını, farklılıkların zenginlik sayılması gerektiğini anlayacağız.

Bir gün, Hıristiyan’la Müslüman’ın, Yahudi’yle Budist’in aynı duaları ettiğini anlayacağız.

Bir gün, önemli olanın Türk, Kürt ya da Japon olmak değil, savaştan ya da barıştan yana olmak olduğunu anlayacağız.

Bir gün, kadınların başlarını örtüp örtmemesinden önce, başlarının içinde ne olduğunu önemsemek gerektiğini anlayacağız.

Bir gün, güzel bir kitaba dalıp gitmenin en büyük zevk olduğunu anlayacağız.

Bir gün, kalp kırmanın kötülüğünü, birini kırdığımız zaman asıl hasarı kendi ruhumuzun gördüğünü anlayacağız.

***


Bir gün, gözyaşlarımızın tadının aynı olduğunu anlayacağız.

Bir gün, insan olmanın acımasızlık gerektirmediğini, merhametin değerini anlayacağız.

Bir gün, bütün kötülüklerin korkmaktan doğduğunu ve korkacak hiçbir şey olmadığını anlayacağız.

Bir gün, bir insanı anlamanın en büyük başarı hikâyesi sayılması gerektiğini anlayacağız.

Bir gün, kadınlarla erkeklerin hiçbir zaman birbirini tam olarak anlayamayacağını, zaten buna gerek olmadığını anlayacağız.

Bir gün, hayatın küçük hesaplarla harcanmayacak kadar kısa olduğunu anlayacağız.

Bir gün, en çok bağıranın en haklı olmadığını anlayacağız.

Çocuklarımız anlatacak bize bunu. Anlamayacağız, bir daha anlatacaklar. Ta ki biz anlayacak yaşa gelene kadar."

Pazar, Aralık 28, 2008

ikizler olan?


bütün 2009 astroloji yorumlarında ikizler için şu yazıyor:
2009 yılı sizin için son 10 yılın en güzel zamanına işaret etmektedir...

dile kolay, onnnnn yıl! nereye baksam bu yorum...yaso duydun muuuu?

Cuma, Aralık 26, 2008

yeni yıl yazısı



aralık 2006 yazısı:
bak sahiden bekliyordum seni bu sefer. hararetle. hani şu arkadaşın 06 var ya, bir tuhaftı. benden duymuş olma, beni tepetaklak etmeyi başardı. şuydu, buydu derken bir aşağı çekti, bir yukarı. haşin davrandı. ittirdi, kaktırdı. birden de havalara sıçrattı.

işim açısından iyi davrandı ama sağolsun, bana ulusal gazeteleri açtı, beni dergilere falan yolladı, bana bir sürü kitap gönderdi. o açıdan kızgın değilim kendisine, hatta müteşekkirim ama bak beni duygusal anlamda hayli hırpaladı.

ne diyeyim ben şimdi ona? git diyorum, hadi git, bütün yıl oyaladın beni, güle güle git diğer kardeşlerinin yanına, orada kal ama, geri dönme, dönemezsin zaten:)

07 sana gelince, bak ümitle bekliyorum seni, baharı bekler gibi bekliyorum, sen kardeşinden daha iyisin gibi geliyor bana, ittirip kaktırmazsın seni ben, öyle hissediyorum. şükürler olsun, geliyorsun, nereden baksak 48 saat falan kaldı, oh yani, böyle mi beklenir bir şey?

bekliyorum işte. gel bakayım, kurul şöyle bir berjere, anlatayım sana şimdiden. bak neler neler istiyorum senden... sen dinle beni usulca, hepsini gerçekleştirmesen de hayallerimin, bir iki kıyak yaparsın artık.

hoş geldin..

aralık 2007 yazısı:

en kısa zamanda deniz kenarına gidilecek. birkaç taş toplanacak, bu kesin. yeni bloggerların öyküleri okunacak, yazdıkları okunacak. facebook'tan kurtulmak gerek.... Queen Innuendo şahane bir albümdür evet, bu yıl bitmeden dinlenecek çünkü bu yıl galiba hiç dinlenmedi.

kitabımı okuyan sevgili okura teşekkür edilecek, iki bira içene, gel beraber içelim denecek... kozahan'a git diyene, vallahi haklısın, en yakında gideyim denecek, akşam yazılarımı sevene kucak dolu öpücük gönderilecek... evet, bunlar yapılacak.

aralık 2008 yazısı:

sevgili 2008; güzel bir yıldın, teşekkürler. ne hastalıklarla boğuşturdun bizi, ne delice üzdün. insanlık hali, üzüntülerimiz tektük oldu, stresli günlerimiz, depresif günlerimiz... e ama olacak o kadar.

2008 seni unutamam çünkü kızım seninle okula başladı. iki yandan toplu saçlarıyla, sırtına taktığı çantasıyla o hali sayende gözümün önünden gitmeyecek. okumayı çabucak öğrenmesi, bana yazdığı o notlar hep hafızamda kalacak.

2008 sen bana iş anlamında da iyi davrandın. tamam, akşam yazılarım bitti ama bana iki derginin daha editörlüğünü verdin, üçüncü kitabımın yayınlanması senin yılına denk geldi. müteşekkirim.

hem sonra iki nefis alaçatı tatili, istanbul'a küçük seyahatler, tüyap'ta ilk imza günü... bunları da verdin.

2008 sen bana bu yıl bir yeğen de verdin, bak bir iki gün sonra o minik şey bir yaşında olacak.

sen bana mutluluk da verdin 2008. her şey güzeldi, teşekkür ederim....

sevgili 2009;
kardeşin 2008 kadar cömert, eliaçık, hatta ilerigörüşlü ol. bana lütfen iyi davran, sevdiklerime de.

bir sürü iş ver. başka bir gazetenin kapılarını da aç. bol bol seyahat edeyim, kızımla el ele bir yerlere gideyim, güleyim, eğleneyim. krizi geldiği yere geri gönder. herkese sağlık ver. birkaç kilo aldım, onları geri gönder. çok kitap okumamı sağla; yeni bir şeyler yazmam için vakit ver. güzel güzel yemekler yapayım, sevdiklerimle paylaşayım, iyi fotoğraflar çekeyim, tembel olmayayım...

hadi göreyim seni...

Perşembe, Aralık 25, 2008

kar mar

elvin servisle döndü eve. pek "karşı"ydı servis fikrine; böylelikle bunu aşmış oldu. kar bu işe yaradı bari.

"meğer" dedi, "eğlenceliymiş servis işi". benim her gün elvin'i okula bırakıp akşamları da almama şaşıran pekçok insan var. servisle gelince elvin dün, bu işin hakikaten daha kolay olduğunu ben de kendi gözlerimle idrak etmiş oldum:)) hızımı alamadım, kar bahanesiyle sabah da servisle gönderdim. eve döndüğümde çayım hala sıcaktı. yav, ne kolaylıkmış bu...

yalnız şöyle bir sorunum var, on dakika soğukta kalayım, beynim oyuluyor gibi ağrıyor. buna dünden beri bir de böbrek ağrısı eklendi. zannedersem böbrek tabii, bilemiyorum, arkada bir yerler. sağlı sollu bir ağrı.

şimdi hem beynim oyuluyor, hem o ağrı mevcut. hadi bana "şunu yap, geçer" diyin...

ha bir de çocuklaçocuk'un nefis yılbaşı süslerine bakın, el emeği, hem kolay, hem de zevkli. çocuklarla yapmak için harika bir meşgale ayrıca.

bir de ne diyeceğim, eskiden dolaşır dururduk yılbaşı hediyeleri için değil mi? şimdi böyle hava da beter olunca insan çökeyim bilgisayarın karşısına, ona şunu, buna bunu alayım diyor. demiyor mu? her şey var ne de olsa... tabii hediyeyi dokunarak, zahmetle seçmek gibisi yok ama... ne bileyim, biraz böyle olmadık mı, pc başında yemek yiyen, kitabını, hediyesini de ıradan ısmarlayan, yemek tarifi bulan falan... bilemedim... aldınız mı siz yılbaşı hediyelerinizi?

ben hiçbir şey almamış olmanın paniğindeyim de şu an...

Çarşamba, Aralık 24, 2008

kar ve okul

sabah uyanınca pencereye koştum. çocukkenki hisle tamamen zıt... dışarısı karla kaplı ve ben çocuk değilim artık ne yazık ki; evet, nefretle bakıyorum kara. baktım. kızım ise neşeyle. ona tabii, bu nefreti belli etmedim.

giyin ama dedim, dur bakalım, zaman ne gösterecek... bulunduğum sokak uludağ gibi. şehir açıksa bile bizim yol kapalıdır. öyleydi sabah. tek tük gitmeye çalışan araba. kahvaltı yaptık beraber. bizimki saat ilerledikçe "herhalde gitmeyeceğiz" moduna girdi, kartopu planlarına başladı, bana kartoplu bir not yazdı; "bugün kar yayo ya, kartopu oynıcaz ya, seni çok kötü yapıcam" yazıyordu notunda.

okulu aradım, açık...
e gitmek lazım.
taksi yok.
araba çıkmaz.
dedesi götürdü. bi saatte gittik, bir saatte eve geri geldim.

ev sıcak. çocuğun okulda işi ne...

hay allah ya...
bir de dönüşü var bunun...
napıcaz bilmiyorum...

Salı, Aralık 23, 2008

yapılacak işler

baktım kar yağacak, daha da kapanılacak eve, acayip ufak bir sürü işim vardı, hallettim bugün. bir süpürge torbasını insan ne kadar süre bulamaz değil mi ama, bulamamıştım işte ben... demek sahiden aramamışım... bugün onu aldım mesela. sonra print edilecek bir sürü fotoğraf vardı, onları aldım. kendime kemer, küpe, kot aldım:)))

sonra saçlarımı boyattım. gidip starbucks'ta kendime bir yeniyıl kahvesi ısmarladım. toffee nut latte. o sıra fotoğraflara baktım keyifle. iş yerine uğrayıp bir kahve de orada içtim.

yoruldum bu kadarcık şeyden. cidden yoruldum. yetti sokak gezmesi. elvin'i alıp eve geldim. birkaç gün daha evde oturabilirim artık:)))

Pazar, Aralık 21, 2008

ev

ev kuşuydum zaten, böyle iyice çıkmam gibi geliyor. ev sahiden şahane oldu. dışarıda kış, evde bahar. elvin'in odası şahane. gidip oturuyorum, öyle bir neşe yükseliyor içimden odaya baktıkça...

sonra salon başka bir yer gibi şimdi.

mutfakta yeni masam, sandalyelerim.

ev düzenli. eşyalar yerli yerinde.

şimdi mesela fotoğraflara el atma vaktidir.

kitapları düzenleme vaktidir...

oh valla, hayat güzel böyle...

Perşembe, Aralık 18, 2008

işler

dergi işleri vardı. yazamadım buraya. bitti dergi. tabii bir başkası başlayacak
ama mesele değil. biraz tatil. anatema
çok güzel gidiyor. baktınız değil mi?
gurur duyuyorum hepimizle...

bu arada;
çam ağacı süslendi
elvin'in odasına çalışma masası ve sandalyesi alındı, oda düzenlendi, harika oldu
halılar yıkanmaya gitti..

biraz bahar temizliği gibi oldu. kış ortasında. olsun, böyle oldu...

Salı, Aralık 16, 2008

ortak bir yer açıyoruz


annetema.blogspot.com
ece, tuğba, yasemin, özgür, neşe, sardunya, tanya

bekliyoruz, hararetle...

Pazartesi, Aralık 15, 2008

iyi ki doğdun tanyatino'm



belki herkes sana tanya dediğinden öbür ismini kullanırdım ben; bana özel ol sen diye; kimse seninle aramıza giremesin diye... okul hallerimizden çok ev hallerimiz aklımda. deli deli, uslu uslu gülmelerimiz, fotoğraf çekimleri!!! için hazırlanıp poz vermemiz, anneciğinin hazırladığı o nefis kahvaltılar. senin yatağına sığışıp uyumalarımız, bizim evin altını üstüne getirmemiz, hep neşeli olmamız, hayatı o yaştaki çocuklar nasıl yaşamalıysa öyle yaşamamız...

sonra mesela daha büyük yaşlar. kardan kapanan yollarda evinde mahzur kaldığım gün. öylece oturmamız, durmamız, gülmemiz...

her şey hep güzeldi seninle. daha da güzel olacak.

Pazar, Aralık 14, 2008

alla alla ya


haşmet babaoğlu'na bişey demiyorum. üstüne okan bayülgen, şimdi teoman. kardeşim yıkma hayallerimizi ya, bari teoman'ı bize bırak. alla alla ya. alla alla...

ayrıca böyle kıskanç kıskanç konuşmak gibi olmasın ama; ayıptır söylemesi bize de bu kadar makyaj yapsalar, azıcık da fotoşop, bizim de olur böyle fotoğraflarımız. kızdırmayın beni:))))

bunlara gıcığım...

* tuna kiremitçi'nin "çok tuhaf günlük" yazıları başta olmak üzere bütün yazdıklarına,
* acayip kalabalık alışveriş merkezlerine
* bir yere girerken siz arkanızdan gelene kapıyı yüzüne çarpmasın diye tuttuğunuzda kapıdan öylece geçip de bir teşekkür etmeyenlere (öyle pişman oluyorum ki kapıyı tuttuğuma, keşke çarpsaydı diyorum içimden)
* tek sıra haline kırmızıda beklerken yandan gelip en öne geçen densiz araba sürücülerine gıcığım.

tamam önemli bir liste değil; zaten bin madde daha yazabilirim ama konu çok geniş... olay tuna kiremitçi'den çıktı, o olmasa diğer gıcık maddeleri de yazılmayacaktı zaten. insan bir gıcık olmaya görsün, her şey öyle görünür zaten. türk kahvesi istersin, sulu bir şey gelir, az şekerli istersin, bala benzer gelen şey. ona da gıcığım tabii.

ibrahim tatlıses'e ezelden beri gıcığım mesela. ama dediğim gibi konu çok geniş, keseyim bari...

tuğçe tatari'nin akşam'daki bir yazısından;
Yağmur Kızılok’un bu projesinde Kiremitçi de kadın çantasıyla poz vermiş. Neden yapmış? Hiçbir fikrim yok. İlhan Mansız artık şov dünyasının bir parçası ama ya Tuna? “Edebiyatçıyım” derken gamzeli evliliğiyle magazinlere düştü. “Ay çok rahatsızım bu magazinden” derken ünlü kadınlarla magazine daha da girdi, çıktığı programlarda şarkı söyledi, gitar çaldı. Sonra aniden grup kurdu “Albüm çıkartacağım” dedi. Şimdi de poz vermiş. Bu adam meşhur olma durumunu devam ettirmek istemiyor da ne istiyor Allah aşkına? Bir de köşe yazıyor. Tuna Kiremitçi kimdir deseler ne cevap verirsiniz? “Çok yakında bir dizide jön rolüyle karşıma çıkarsa şaşırmam” benim cevabımdır. Son dönemin Aşk-ı Memnu’larından filan teklif gelseydi “hayır” der miydi sizce?

Cumartesi, Aralık 13, 2008

tatil bitti mi şimdi


aslında biliyorsunuz; bana her gün tatil/ deliye her gün bayram. evden çalışında gece veya gündüz farkı bile yok. dolayısıyla dokuz günlük bir tatil benim için elvin'in daha çok yanımda olduğu bir zamandan başka bir şey değil. kuzucukla gitmeyi sevdiğimiz bir sürü yere gittik ilk iki gün. pizza, dondurma keyifleri, ardından kahve ve market alışverişleri; klasik rutinimiz...

sonra elvin babasıyla, ben istanbul'da.

geldik, yine biraz kendimizi sokaklara attık. bugün cumartesi. çizgi film hali, ev hali.

bir yerlere gitmek her zaman güzel ama evde olmak da çok güzel... yedincioda "umarım iyi geçmiştir tatiliniz" demiş, evet, sahiden güzeldi.

alain de botton'un yeni kitabı alındı mı bakayım? her eve lazım...

Pazar, Aralık 07, 2008

elvin şekerimmmm

bighugelabs.com



siz de oynayın:)

profesör

çocuk okula başlayalı üç ay oldu. okuyor ve yazıyor. bunun yanı sıra ciddi ciddi ngilizce konuşuyor; ben zannedersem ilkokul beşte bu kadarını bilmiyordum. paletle yüzüp tramplenden atlıyor, satranç oynuyor, sunum yapıyor, matematikte onluk sistemine geçmiş bulunuyor.

ben anlamadım üç ayda bunları öğretiyorsalar sonra ne olacak?

zannedersem ilköğretim biterken profesör diploması alacaklar.

anlamadım valla...

Cumartesi, Aralık 06, 2008

sevdiğim yerler sobesi

bartonfink sobeledi.zor bir soru. en sevdiğim on yer? on yer seviyor muyumdur?

zor olacak ama...
peki bakalım...

1. evim. ev kavramı yani. dünyanın her yerinde olabilir, mesele değil.
2. bursa'da kimi yerler. her yer değil. belki en çok çekirge, kükürtlü civarları. hep gittiğim yerler bir de; mesela high-out.

3. mudanya/ kafeman. otuz yıldır oradayım yazları. orada büyüdüm, orada yüzmeyi öğrendim, saklambaç oynadım, daldım, güldüm, ağladım. en yakın arkadaşım oradaydı. artık nadiren geliyor; randevulaşıyoruz, ama olsun...kızım da doğduğundan beri orada... aydacığım da yazları orada. süper.


4. istanbul'un kimi yerleri. özellikle caddebostan'da hamam sokak. dört yılım o sokakta geçti ve en sevdiğim yanı bir mahalle havasında olmasıydı. o yıllarda öyleydi. bakkal, yanında kasap, terzi, elektrikçi, şarküteri vs. yanyana dizilmişti. herkes birbirini tanırdı ve mahallenizden çıkmadan her şeyi çözebilirdiniz. iyiydi yani. istanbul'da "cadde"de olmayı severim, beyoğlu'nu, taksim'i, pano'yu mesela çok severim. çok.
5. eskişehir. şaşıranlar olabilir. 1.5 yıl yaşadım orada. çok zevkle yaşadım. tramvayını, öğrenci kafelerini, heykellerini, kaldırım taşlarını, zerafetini sevdiğim bir şehir. bursa'da yaşamasam ve o kadar soğuk olmasa yine orada yaşamak isterim. yılmaz büyükerşen'e en derin şükranlarımla...

6. leeds'te corn exchange. bir yıl yaşadım leeds'te. hala kabuslarımda orada kaybolurum, nefret ederim o şehirden. ama corn exchange benim için özeldi. içine girip kaybolduğum bir yerdi. ruhen kaybolduğum. o yüzden bir daha orayı görmeyi çok isterim.
7. alaçatı cadde 79
iki kere gidip kaldığım bir yer. adım attığım an aşık olduğum bir mekan. sonsuza kadar oraya gidebilirim. ilaveten 15 Eylül Kıraathanesi'ni de ekleyebilirim bu maddeye. Ama Gülben'le keyifli ikisi de. Onu da peşin söyleyeyim.

8. doksanlı yıllarda en sevdiğim yerlerden biriydi salhane. bozcaada'da. artık yok-muş.

9. özgür ve nurdan'ın evi. her zaman bana kapıları açık, misafir olmadığım iki ev. kendimi hep içlerinde iyi hissettiğim.
10. bütün okyanus kıyıları. gitmediğim meksika. göl kenarlarındaki yalnız evler. taş evler, bağ evleri.


sardunya'yı
sobeledim.

Cuma, Aralık 05, 2008

bayram/tatil


neşeli, mutlu, sevgi, dostluk, aşk, çoluk çocuk, yemek, güneş, oyun, sanat, şeker dolu bir bayram tatili olsun.

Pazartesi, Aralık 01, 2008

bir duyuru

YENİ YIL GALA KONSERİ

SOLİST : GHEORGHE ZAMFİR (Pan flüt)

İSTANBUL METROPOLİTAN SENFONİ ORKESTRASI

ŞEF : ILARION IONESCU-GALATI

Yer :Türker İnanoğlu Maslak Show Center

Tarih :27 ARALIK 2008 Saat: 20.30

İlk olarak geçtiğimiz yıl İstanbul Metropolitan Kültür ve Sanat Platformu tarafından düzenlenen ve büyük ilgi gören Yeni Yıl Gala Konserlerinin ikincisi bu yıl dünya çapında ünlü panflüt virtüozu Gheorghe Zamfir’i konuk ediyor. Ülkemizde de tanınan ve renkli programlarıyla beğeniyle izlenen Romen şef Ionescu-Galati’nin yönetimindeki İstanbul Metropolitan Senfoni Orkestrası’nın eşlik edeceği konserde, tanınmış müzikal, operet ve valslerden oluşan sevilen eserlerin yanısıra, sürprizler de yer alacak. 

 
Gheorghe Zamfir (Pan flüt)

6 Nisan 1941 Romanya Gaesti doğumlu sanatçı, tartışmasız olarak gelmiş geçmiş en büyük pan flüt üstadı olarak kabul edilmektedir. Önceleri akordeoncu olmak isteyen sanatçı, 14 yaşında pan flüt ile tanıştı, çalmayı büyük ölçüde şahsi çabalarıyla öğrendi. Daha sonra Bükreş Müzik Akademisi’ne kabul edilen Zamfir, burada Fanica Luca ile çalıştı. Romen halk müziği araştırmacısı İsviçreli Marcel Cellier tarafından “keşfedilmesi” üzerine dikkatleri üzerine toplamayı başardı. Romen tarzı pan flüt’ü (ney) geliştirdi ve 20 borulu sistemi 30’a çıkardı, dudak hakimiyeti ile de her borudan dokuz tona kadar değişik sesler çıkarmayı başardı. 


50 yılı aşkın kariyerinde 120 altın ve platin plak ödülü ve toplam 120 milyon albüm satışı ile alanında kırılması zor bir rekora ulaştı. Otobiyografisi ve metod kitapları çok satanlar listesine girdi. Albümlerini tanıtmak amacıyla çıktığı pekçok televizyon reklamından dolayı, pan flütün geniş kitlelere ulaşmasını sağladı. Klasik Avustralya filmi Picnic at Hanging Rock için yaptığı müzik ile film müziği alanına da giren sanatçı, daha sonra Sergio Leone’nin 1984 yapımı ünlü filmi Once Upon a Time in America, aynı yıl Karate Kid ve en son olarak Tarantino yapımı Kill Bill Vol. 1 için yaptığı müzik ve pan flüt yorumu ile dünya çapında üne kavuştu. 

Zamfir, 2006 yılında anavatanı Romanya’ya dönerek Bükreş’e yerleşmiş olup, pan flüt derslerinin yanısıra turne ve kayıtlarını buradan sürdürmektedir.


Ilarion Ionescu-Galati

1937 Romanya doğumlu sanatçı, dört yaşındayken kemana başlamış, daha sonra Bükreş Konservatuar’na girerek eğitimini burada sürdürmüştür. İlk solistlik deneyimini 17 yaşındayken Bükreş Ulusal Radyo Orkestrası eşliğinde Wieniawski 1. Konçerto’yu yorumlayarak yaşayan Galati, bunu takiben ülkesinin tüm senfonik orkestralarına solist olarak davet edilmiş, yanısıra dünyanın önemli orkestralarıyla da çalma fırsatını yakalamıştır. 1961’de George Enescu Uluslar arası yarışmasını kazanarak büyük bir başarı yakalamış, daha sonra Enescu bursunu da alarak öğrenimini sürdürmüştür. Akabinde Enescu Filarmoni Orkestrası’nın giriş sınavlarını kazanarak orkestranın hem kadrolu sanatçısı, hem de solisti olmuştur.

Çocukluğundan itibaren orkestra şefliğine de büyük ilgi duymuş ve Basarab, Elenescu ve ünlü Sergiu Celibidache gibi şeflerle çalışma olanağını yakalamış, bunu Paris’te Dervaux ve Munch ile yaptığı çalışmalar izlemiştir. 1968’de Paris Ecole Normale du Musique’in şeflik sınıfından birincilikle mezun olmasının ardından Amerika’ya giderek Leopold Stokowski ve Eugene Ormandy gibi efsane şeflerle tekniğini geliştirmiştir. 

Ülkesine dönerek Brasov Filarmoni Orkestrası’nın daimi şefliğine getirilen sanatçı, bu topluluğun yanısıra dünyanın önde gelen orkestralarını da yöneterek hatırı sayılır bir kariyere imza atmıştır. Bir dönem İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası’nın da genel sanat yönetmenliği görevini üstlenmiş olan Galati, ülkemiz Kültür Bakanlığı ve Japonya Suzuki Akademisi tarafından verilen Şeref Diplomaları sahibidir. 2002’de Romanya Müzik Eleştirmenleri Büyük Ödülü’ne layık görülen Galati, iki yıl sonra ise “Ordinul Meritul Muzikal-Mare Ofiter” ödülünü almış, ayrıca geçtiğimiz yıllarda kendisine ülkesinin çeşitli şehirlerinin belediye ve valilikleri tarafından “Excellency-Mükemmellik Diplomaları” verilmiştir.

uyku






Pazar, Kasım 30, 2008

bu da...



bu yazıyı yazdığı gün elvin...

elvin'den ilk not


sabah beni uyandırarak elime verdi.... daha öğrenmedikleri bir sürü harf var; ş, ç, p, b, ü, ö, ğ, h, f bunlardan bazıları...

ama kızımı engellemiyor bu:)

bana ilk gerçek notunu yazdı... okulda öğrendiği basmakalıp sözcükleri kullanarak değil.... kendi istediği harfleri kullanarak oluşturduğu sözcükler, cümleleler....

gurur duydum. bu ilk not bu blogda yer almayı hak etti:)

Cuma, Kasım 28, 2008

aaaa yürüyorum!

şu sıra kocaman düğmeli anneanne hırkalarından, bebe yakalardan, babetlerden ve tokalı babaanne (ya da öğretmen) ayakkabısı gibi duran o şeylerden, gömlek üzerine giyilen devasa oyuk yakalı süveterlerden, taytlardan, butik sahibi olan bir arkadaşımdan duyduğuma göre geri dönmek üzere olan vatkalardan, inanılmaz ama tekrar gündeme gelen o şal desenlil gömleklerden, ugg'lardan nefret ederim. moda diye de her şeyi giymem.

yukarıda saydığım hiçbir şeyi almadım. buna son zamanlarda dahil olan geometrik deseni her türlü ıvır zıvır ve tunik şeklindeki şeyler de dahil. bu yüzden de son zamanlarda hiçbir şey almadım denebilir.

iyi giyinmeyi severim tamam ama benim iyi giyim anlayışım siyah (mümkünse derin bir v yakalı) tişört üstüne şık bir siyah cekettir. o ceket de süet olur, şu olur, bu olur. iyi bir kolye takarsın. altına süper bir kot giyersin. sonra efendim, çizme giyer ama çizmeyi asla kotun üstüne çıkarmazsın. içeride durur gizlice. budur benim şıklık anlayışım, değişmez...

ama hayat şaşırtıcı tabii. ben var ya ben topuklu hiçbir şeyle assssla yürüyemem diyen bir insanımdır. iki tane falan topuklu ayakkabım vardır ki onlar da giyilmez. ama insan alışverişe arkadaşı ile çıkınca vizyonu değişiyor. yalnız başına alışverişte asla bakmayacağın bir şeye onun önerisiyle bakabiliyorsun. nitekim geçen günlerin birinde "yahu çıldırıcam" durumundaydım, bir ayakkabı almam lazım ama ya babet var ya da o tokalı babaanne ayakkabılarından (düz ayakkabılar böyle... evet, şu an hepsi böyle). neyse ben korupark'ta bütün mağazalara gidip çıktım ve "kaç paraysa valla alıcam" diyecek kadar delirdim ama ııh, bulamadım bir ayakkabı... sonra ayda geldi. "tamam hadi, beraber bir daha bakalım" dedi. ben "eh" dediğim bir şeyi gösterdim, "asla, iğrenç" diyerek geri bıraktırdı. bu arada aydacığım çok zevklidir ve iğrenç diyorsa öyledir. :)))

neyse bana bir ayakkabı verdi, aha da topuklu ama ince bir topuk değil. ama topuk işte kardeşim. dedi "giy şunu". kızım topuk mopuk dememe fırsat vermedi, bu topuklar kalınmış da, içleri bilmemneymiş de, yürüyemem imkanım yokmuş da... onu kırmayayım diye giydim, zira ayakkabı pek şık. tokasız falan. aaa yürüyorum.

aaa aldım.
aaa yürüdüm...
aaa bir yaşıma daha girdim. 37 yaşında giydiğim ayakkabıya bak...
bu arada 37 yıllık kardeşinin giyim tarzı gibi giyinen ağabeyi iğrenç buldu ayakkabıları ama olsun...
aaa 37 yaşında başka bir şey oldum...

bu arada trendometre'yi takip ediyorsunuz değil mi?
iki çanta takmak modaymış. hay allaaam.

Perşembe, Kasım 27, 2008

finito

tabii dertlendim ben ikiye kadar... ne olacak, çıkmayacak mı, çok mu heyecanlı, sinirli mi vesaire vesaire... çıkmak istemeyebilir, onu da göze aldım... bütün sınıf oradayken kendi kuzumu göremesem üzülürdüm gerçi...

okula gittim. müdür yardımcımız "keyfi yerindeydi ama belli olmaz, siz de biliyorsunuz" dedi. "eh" dedim, başlangıç olarak iyi... en azından bütün günü "çıkmayacağım" diyerek geçirmemiş... neyse gittik konferans salonuna, oturduk... ışıklar söndü... o an cidden çok tuhaf bir duyguyla doldu içim, kızım ışıklar yandığında orada olacak mı, olmayacak mı?


oradaydı!!! gülümsüyordu. gözleriyle bulup el salladı. sonra göz kırptı. derken
her seferinde tam zamanında ne söyleyecekse söyledi... "okulda merdivenlerde sağdan inmeliyiz, sağdan çıkmalıyız", "bursa is sunny today" hatırladıklarım... gerçi pek yağmurlu bir gündü ama olsun...


sonra dedi ki "sunum bebek oyuncağıymış..."

sunum hikayesi

sabah zor uyandık di mi? karanlıktı yahu...

zor uyanmanın yanında zor da uyuduk. bugün "sunum" var diye elvin gerçekten çok telaşlı, heyecanlıydı. gece yatmaya yakın heyecanı tavan yaptı, ağlamaya başladı, "ben sunum yapmak istemiyorum, orada seni görünce senin yanına gelmek isterim ben..." diye. onu bebekken yaptığım gibi kucağıma oturttum, sunumun önemli bir şey olmadığını, müsamereye benzemediğini anlatmaya çalıştım. "her şeyi karıştırıcam!" dedi, "öğretmen de yanınızda olmayacağım, sahnede tek başınasınız dedi" dedi... haydaaa, öğretmene bak ya... çocuklar okula başlayalı iki ay olmuş, ilk sunum bu, yalnız bırakacağını söylüyor onları...

çocuğum resmen strese girmiş... dedim ki sözleri karıştırsan da önemli değil... bak sana bir hikaye anlatayım, ben de nasıl karıştırmıştım sözleri, herkes gülmüştü, ben de gülmüştüm... dinledi ama stres devam etti. inci gibi döküldü gözyaşları yanaklarına...

yine de istemiyorum dedi...
"şimdi uyu, yorgunsun, belki o yüzdendir, sabah konuşuruz" dedim. ama sabah da üzgündü, stresliydi...

okula oyuncak götürmesi de yasak.. bu da başka bir derdi. ama bugün izin verdim, cebine koy, kimse görmesin dedim. ona dokun, o sana güç versin... "tamam" dedi.

okul kapısında yine tedirgindi, beni bırakmak istemedi. müdür yardımcımız dünya tatlısı, onun odasına gittik. heyecanı biraz yatıştı sanki... onunla birlikte sınıfa gitti. sunum ikide... fotoğraflarla paylaşacağım...

Salı, Kasım 25, 2008

e aaaaaaaaa

hayat. memat. erken kararan havalar. okul. depresyon. soğuk. ekonomik kriz. işsizlik. boşluk. hatalar. hata olmayanlar. negatif ruh halleri. birden değişen şeyler. anlık pozitiviteler. izlanda gibi bir ruh hali. izlanda'da bile dibe vuruş...

bir şarkı. te alejabas demi. hep dağınık bir ev. bir türlü şekle girmeyen saçlar. birden geliveren ilham. birden gidiveren ümit. yanlış anlamalar. yanlış anlaşılmalar.

ne pişiricem. kim toplayacak şu evi. okunmayan kitaplar. kapağı açık kalan kalemler. tek çoraplar. dibi tutan tencereler. bir türlü beyazlaşmayan beyaz çamaşırlar. sıkıntılı perdeler. sonra birden açan ve aa dedirten güneş.

hem sonra iş için yeni fikirler. tvde bişey yok. sehpadaki lekeler de çıkmıyor. 24 saat masaj isteği. b vitamini kompleksi. yenilenmesi icap eden bir laptop. yenilenmesi gereken çocuk odası.

sarıldığım çocuk, melek, evi dağıtan tazmanya canavarı, annesinin kuzusu, okumayı söken neşeli, yaratıcı şey. dikbaşlı, inatçı.

yaz gelsin demeler, proje düşünüp beklemeler. bir yerlere bir şeyler gönderip beklemeler. onlar bunlar şunlar.

tuhaf insanlar, tuhaf olmayan insanlar.

park yeri bulamamak, aradığını bulamamak, ne giyeceğini bilememek, aynada kendine bakamamak, baksan bile tanıyamamak.

derken birden ayaklanıp giyinip alışverişe çıkmak. sonra belki pişman olmak. belki olmamak.

bir kahve içip dergilere göz atmak.

saksıdaki çiçekler. ölmüş olanlar, ölecek olanlar, hiç yaşamamış olanlar. pencere önü melekleri. karmakarışık siyah tişörtler. karmakarışık cdler ve kitaplar ve kalemler, defterler ile ruhlar.

aaaaaaa!

Pazartesi, Kasım 24, 2008

amannnn

ufff
offfffffffff
ahhhhhhh
ayyyyyyyyyyy
aaaaaaaaaaaaaaaaaaa!!!!!!!!!!!

Salı, Kasım 18, 2008

astroloji şeysi

meşhuur bir astrolog abimin arkadaşının kardeşiymiş. bu vesileyle tepesine dayandık. bi sürü insan olunca da elbette iki üç satır bişey karalamış. sağ olsun tabii. benim tarihi yanlış vermişiz, kendimden söz etmeyeyim de, elvin'inki beni ziyadesiyle mutlu etti, paylaşayım istedim;

"Bu küçük hanım her kimse pek fırlama, zeki ve bıcır bıcır olduğunu söyleyebilirim. Yükseleni Aslan olduğundan kraliçe gibi etrafı yönetmeyi pek sever. Süper bir meslek hayatı olacak. .İletişim, medya, yazarlık, reklâmcılık, yayıncılık çok severek yapabileceği ve başarılı olabileceği meslekler. Zamanla mesleğinde yönetici olabilir. Çok geniş bir arkadaş çevresi ve hareketli bir sosyal hayatı olacak. İyi eğitim görecek. Entelektüel ancak çok da ince ruhludur ve haksızlığa asla dayanamaz. İki işi aynı anda rahatlıkla yapabilir.Dolaşım sistemi, sırtı beli, akciğerleri ve sinir sistemi yükselen yengeçse mide ve göğüsleri hassastır.."


bu arada bu blogu okuyan astrolojiye merak salmış bir arkadaş varsa yazabilir mi, ona da dadanacağım da, haha

Cuma, Kasım 14, 2008

çorapların teki nereye gider?



evlerde yaşayan ve çorapların tekini yiyen bir canavar var; orası kesin. bizim evdeki pek obur. tek çorap kavanozumuz doldu taşıyor, diğer tekler ortada yok... kesin çorap canavarı yedi, başka bir açıklaması yok...

Perşembe, Kasım 13, 2008

çaydanlık gitti

a. "tozunu attıralım" yazısına tozu attıralım hakikaten diyerek yazan arkadaşlar, hadi attıralım valla. turkuaz deniz'in aklında bir fikir varmış, ben hemen ona gidiyorum, haber veririm...

b. bu aralar biyonikkedi'nin yazdığıu bütün entryleri okumakla meşgulüm. geriye dönüp dönüp kah gülerek kah kahkahayı koyuvererek okumaktayım. kendisi bloglar aleminde bir tane...

c. ali muhiddin hacı bekir badem ezmeleri de bir tane valla. ne zaman beyoğlu'na gitsem bir miktar kapıyorum. zira kilosu otuz küsur lira ama felaket lezzetli.


d. oyun çocuğu nasıl okul çocuğuna dönüştürülür? okul bilinci nasıl verilir? anlatmak çare olmayınca neler yapılır, birinci sınıfı atlatmış sizlerden tecrübelerinizi istiyorum. özellikle çocuklaçocuk'tan fikir istiyorum. gerçi geriye dönerek onların da birinci sınıf maceralarını okudum, zorlandıklarını, ikiye geçince her şeyin kolaylaştığını öğrendim ama haikkaten gündemim bu. helppppppppppppp!!!!!!!

e. sevdiğimiz bir müziği dinlemek damarlarımızı genişletiyor, kötü müzik daraltıyormuş. herkes müzik başına!

f. hayat zor, di mi? bana yine zor geliyor, bakmayın neşeli neşeli yazdığıma...

g. ayda ile maceralarımı merak eden, "ben de öyle arkadaş istiyorum" diyenlere de dünkü maceramızı çiziktirip gideyim. macera dediğim ayda'nın doğum gününde ne giyeceği sorunsalı. telefon açarak "büyük bir sorunum var ece" dedi önce. "noooldu?" diye bir çığlık attım, korktum resmen. doğum günümde ne giyeceğimi bilemiyorum" dedi maymun. hanımefendinin bu cumartesi akşamı doğum gününü kutlayacağız da. "iyi" dedim, "alırız bir şeyler". "hah" dedi, "pahalı olmasın ama çok şık olsun. aynı zamanda grunge bir şeyler olsun ama dökülmesin. rengi iddialı olsun ve orası burası açılmasın, zıplamay müsait olsun ve de doğum günü sahibi benim diye bağırsın..."

e gittik korupark'a. yüzlerce mağaza. ayda'nın ayağında bilmem kaç pont topuklu bir ayakkabı, ben de ise durumu bildiğimden botlar. ayda'nın kendi durumunu bilmemesi tuhaf tabii. neyse, girmediğimizi mağaza kalmadı. bana da şu retro desenlerden, bayan adelayt'ın giyebileceği türde dik yaka ve koca düğmeli bütün o giysilerden gına geldi. en sonunda vakkorama'da ancak beğenebildik bir şeyi, e o da cidden pahalı bir şey tabii. almadık, alsak mı da kaldık. bu arada, "nasıl bu arabayı kullanabiliyorsun, kesin bagajda fareler vardır" diyen ayda'nın ısrarı üzerine arabayı da yıkatmaya vermiştik. nihayetinde temiz arabaya binerek olay mahalinden yaklaşık üç saat sonra uzaklaştık.

hızımızı alamamış olacağız ki birkaç butiğe uğradık. ben bu kadar mağazaya girip çıkmama rağmen günü şunlarla kapattım; bir oje, bir fondöten (ayda ısrar etti, pudra gibiymiş, bütün gün duruyormuş, şeftali gibi yapıyormuş suratı, asla parlamıyormuşsun. ki ayda'ya bakınca ürününü hakikaten öyle olduğu anlaşılıyor, aldım tabii), bir kolye (kolye hastalığına yakalandım).

gün öyle bitti. yorgunum. ve bu pos'u yazarken çaydanlık yandı. resmen altı kıpkırmızı alev olarak görünüyor. yılların çaydanlığı gitti. tuhaf günler... çok tuhaf...

Çarşamba, Kasım 12, 2008

tozunu attıralım

y kuşağı (biz x'tik değil mi, bizim çocuklar da z olduğuna göre seksenli arkadaşlar y oluyor bu durumda) tahmin edebileceğimiz üzere en çok vakti internet başında geçiriyormuş, televizyondan daha fazla vakit ayırıyorlar internete yani. yapılan araştırmaya göre "kişisel haber"leri okumayı tercih ediyorlarmış, yani blogları. ben de trendometre'den okudum...

bu durumda bloglar hakikaten birkaç yılda daha da önem kazanacak gibi duruyor. işi bilen bloglar alıp yürüyecek, ihtisas yapmış bloglar reklam alacak falan filan...

şimdi süper okunan blogların yanı sıra, biz geride kalanlar hala emekleme dönemindeyiz blog işinde. açıp yazıyoruz, keyfini çıkarıyor, üç beş sohbet ediyor, kendimizi yalnız hissetmiyoruz. o da yorgun, şu da depresyonda, bu da ödevini yapmamış, aa ne güzel taşları boyamış, süper fotoğraf, şahane hafta sonu programı falan diyoruz...

oysa oysa... biraz daha düşünelim derim ben blogger arkadaşlarım.

anne adayı ve anne blogger arkadaşlarımla bir proje yapasım var... biliyorsunuz kitap temmuzda çıktı ve ben o zamandan beri bir uykudayım. altı ay uyumuşum proje bazında, iş bazında. uyanayım diyorum. bir şeyler geliştireceğim kafamda. sonra sizinle paylaşacağım.

bu iş- madem blog yükselen trend-, bloglarla ilgili olacak elbette. bunun yanı sıra kollektif bir yapım olacak... merak etmeyin, bir anne-bebek sitesi yapalım falan demiyorum... hatta uzak duralım diyorum, zira binlercesi var... ben başka bir şey hayal ediyorum. tam olarak ne hayal ettiğimi de ayrıca bilmiyorum... fikirlerinize açığım...

birleşelim ve şu blog dünyasının tozunu attıralım diyorum...

azzz sonnraaaa

Pazartesi, Kasım 10, 2008

istanbul keyfi...

İstanbul arkadaşlarla keyifli. onlar olmadan bir hiç... fuar çok kalabalıktı; imza evet ilkti ama pek heyecan vardı diyemem:) normaldi her şey. umar, meripoint geldi! defdef'in annesi tuğba, ersin hoca ve tanya yollarda perişan oldu. tanya zaten bilahare defdef'li macerayı anlatır diye bekliyorum. bartonfink her zamanki gibi fotoğrafları çekti, iyi ki vardı. her zamanki gibi.

kitap almak bile eziyetti. beş kitap almışımdır. o kadar.



neyse ama biz oradan çıkıp kendimi otto'ya attık. süper bir mekan. derhal öğrenci olasımız geldi. pizzalar, biralar, şaraplar... oh, süperdi.... pek güldük ama burada anlatmayayım:) ersin hoca ile bartonfink'in sohbeti bizi pek eğlendirdi. defdef çatalını alıp kendi makarnasını yedi, resimler çizdi. hep "anne gel" dedi:) iyi hatırlarım o zamanları... lokantaları beş kere gezersiniz el ele...

ama defdef çok güzel bir çocuk. bayıldım...


sonra fransız sokağı'nda cambaz.
o ne güzel sesli bir kadın... tanya ve hoca, hatta gülben ve kerim için ilginç bir tecrübeydi zanndersem:) pek t.s.m insanı değil hiçbiri zira...

ama ben.. ama ben bayıldım... onlar da bayıldı gerçi. tanya ve hoca'yı arap şükrü'ye bekliyoruz acilen...


e sonra yorulduk. uykucuklar geldi. kısacık mesafeyi bir saatte kat edip otele ulaştık. sağolsun tanya ile ersin hocam:)



pazar sakin geçti. güzel bir kahvaltı, house cafe, beyoğlu, tünel falan filan.
akşama dönüş bursa'ya.


çok güzel bir hafta sonuydu benim için. fuara ilk kez yayıncılar kapısından girmek; doğan kitap'ın iç kısmına adım atıp o sandalyelerde oturmak, kitabımı görmek, kitabımı imzalamak çok güzeldi.

tuğba hanım da (doğan kitap) meğer okuyormuş blogu; hem de eski zamanlardan beri. ona da nazik karşılaması için binlerce kez teşekkürler.


istanbul arkadaşlarla güzel... ve iyi ki benim can arkadaşlarım var... çok şanslıyım. çok....

Yiğit Bulut köşe yazısı bugün...

Atatürk’e ve çocuklarına açık mektup...
Çocukları kimler mi? Benim, sensiz, onlar... Kendini “Atatürk’ün evladı” hisseden herkes...

Atam, sen hep şunu söyledin “Cumhuriyet, kimsesizlerin kimsesidir”...

Gel gör ki, bugün yine seni anarken aklıma şu geldi son birkaç yıldır Cumhuriyetimiz “kimsesiz kalmış” gibi...

Ama üzülme, “kimsesiz asla kalmayacak”, bizler “kendini senin oğlun, kızın” görenler, sonuna kadar direneceğiz...

Atam, ülke ne durumda bir de benden dinle

Bir ülkede

* Vatandaşların bir bölümü “seve seve ölüme” giderken, bir bölümü “malı götürme” sevdasına düşmüş, “hangi toprakta yaşadığını bile umursamadan” kendilerine doları “efendi” edinmişler ise

* Siyasi otorite “askerlerimizi öldüren” Barzani’yi “muhatap” kabul etmek için adım atıyorsa

* “Ekonomi IMF’ye”, “dış siyaset Avrupa Birliği ve Amerika’ya endekslenmiş” ise

* Siyasetçi, “finansal entelektüel” zümre eksikliğinden faydalanarak “sıcak paranın yarattığı” kısa süreli “cenneti” siyasi rantını maksimize etmek için kullanıyorsa

* IMF ile o milletin menfaatlerini korumak adına pazarlık etmesi gereken bakan bile aynı zamanda İngiliz vatandaşı ise

* Üretim refleksleri kaybolmuş, sıcak paranın bastığı kur ile “üreten dinamikler” ithalatçı olma yoluna girmiş ise

* Dış politikada alınması gereken kararlar, güvenlikte atılması gereken adımlar, devletin en yetkili makamlarında aman “piyasa bozulmasın” diye gecikiyorsa

* Vatandaşların yabancı bankalara borcu 50 milyar doları geçmiş ise

* İç ve dış borç son 5 yılda dolar bazında “defalarca katlanmış” ise

* Yılda ödenen faiz, bütçe içinde “eğitim ve sağlık” harcamalarının 10 katı ise

* Sıcak para, ülkenin “ekonomik reflekslerini” çürütürken “kısa vadeli sonuç ortaya çıkmıyor” diye “ana dinamikler” analiz edilemiyorsa

* Deniz Kuvvetleri’ne ait muhrip “müttefik bir ülke tarafından” vurulmuş, içinde onlarca seçme subayını taşıyan uçağı ne hikmetse ilk uçuşunda düşmüş, askerlerinin başına çuval geçirilmiş ise

* 15 askerinin öldüğü gün en yetkili ağızdan “Sayın Başkan ile 1 ay sonra görüşeceğim, gerekeni yapacağız” açıklaması yapılmış ise

* Askerlerinin öldüğü dakikalarda “el konduğu için devlet kontrolünde olan” televizyon kanalında “dansöz oynatılıyor” ve yayını kesme ihtiyacı dahi hissedilmiyorsa

Ve en kötüsü “içeride kargaşa”, “dışarıda tam bağımlılık” ortaya çıkmışsa seni anmak ve “keşke” demek hepimizin hakkıdır ATAM!

Daha da vahimi TRT’nin arşivini soyanlar, yıllar sonra “bilirkişi” görüntüsü altında senin “belgeselini” yapıp, seni küçük düşürmeye çalışırlarken, mirasına sahip çıkması gerekenler hâlâ “sessizlerse”, bize “daha sıkı” durmaktan başka ne düşer ki ATAM!

Rahat uyu ULU ÖNDER MUSTAFA KEMAL ATATÜRK! NUTUK’ta dediğin herşey bugün çıksa bile, biz sonuna kadar buradayız...

Perşembe, Kasım 06, 2008

rana ete ot at

talat anneni ara
emre trene el atma...

hımm peki canım. atmam, ellemem, oynamam, arar, sorarım...

şimdi bunları okuyup yazıyor elvin, her defasında da her cümlenin ardından şunu diyor; "aslında atar mısın demesi lazım ama biz daha o harfleri öğrenmedik ya, ondan öyle yazmıyorlar"...

ısırıcam şimdi.

Pazartesi, Kasım 03, 2008

banyodan bildiriyorum

şu an banyodayım. elvin banyo yapıyor. ama ödev de var. bir de yemek yemesi lazım. tabii o aslında oyun oynamak istiyor. ben de bir sürü şey istiyorum hayatta tabii de akşamüstünden itibaren elbette yemek pişiren, yediren, ilgilenen, banyo yaptıran, sohbet eden, oyun oynayan oluyorum. aşçı, hizmetkar, psikolog vesaire vesaire... hepimiz gibi, hepiniz gibi. isteyerek yapılan işler bunlar tabii...

banyoda yemek yemesi bundan. banyo yaparken yedi bitti. hatta ben okuma ödevini de yapsa burda diye düşünmedim değil... bütün derdim oyuna daha çok vakit kalmasını sağlamak. çünkü dokuzda yatan bu çocuğa evde geçirilen üç buçuk saat kesinlikle yetmiyor. üç buçuk saate banyo, ödev, yemek koyunca oyuna az zaman kalıyor...

e işte böyle. banyodan bildiriyorum. onu diyecektim... kaçayım hadi.

Cuma, Ekim 31, 2008

gün nasıl geçti:)))


spora 10.30'ta gidemedik, aydaanım bir diziye dalmış, derken bi telefon gelmiş:) 11.30'ta ben hayli söylenirken kapıdan girdik. dedim ki "çıkıcaz burdan, akşam olacak..." ayda da "amma söylendin, tamam benim suçum" dedi, sustum:)))

bugün sporda resmen hiç kaytarmadım. yapmam gereken her şeyi yaptım, zira ayda bana "sen hızlandırılmış, konsantre bir şekilde yapıyosun hareketleri, yoksa nasıl seninki benden önce bitsin?" deyip duruyordu ve haklıydı da... ama tabii benimki yine erken bitti o ayrı, çnkü ayda 20 dakika koşu bandında, üstelik resmen koşuyor... ben on dakika ve yürüyorum:)))

neyse tabii bana sauna için vakit kaldı. orada yatarken dedim ki kendime "ecaanım olay budur. bakın bugün cidden hak ettiniz bu sauna keyfini. sporunuz da bitti, oh mis..."

derken yıkanma, giyinme faslının ardından spor salonunun yakınında bulduğumuz o kuaför... kendi kuaförlerimize iki haftadır ihanet etme sebebimiz belli; fön beş lira... vallahi... bir de iyi çekiyorlar. bir de kimse olmuyor... cumalarımıza neşe katıyoruz spora gitmiş, duşunu yapmış ve fön çektirmiş kadınlar olarak... gerçi ayda hayatımda olmasa ben bunların hiçbirini yapmam, kendi başıma kesinnnn üşenirim...

neyse oradan çıkıp hadi atıştıralım, fazla bişi yemeyelim deyip tostta karar kaldık. ama fazlasıyla yiyerek elbette pişman olduk... aydaanım alışveriş canavarı olarak beni bir yerlere sürüklemek istediyse de vazgeçirdim... ertesi günler hep bana teşekkür ediyor:))

bir de başka bir yerde kahve içince pil tükendi tabii. geldim bunları yazmaya... birazdan da gidip elvin'i almaya...

a gün çabuk bitti yine...

p.s. fotoğrafta ayda ve ece spordan ve kuaförden sonra...

sportif

böyle bir gayretimiz oldu ayda ile... sportif olalım, kendimiz için iyi bir şey yapalım; bir spor salonuna "kayıt" olalım...

valla heyecanlandık, yola çıktık, olduk da... üç hafta oluyor... ama ben ruhu ve bedeni tembel insanlardan biriyim, zaten büyük olasılıkla spor salonunun aletlerine değil de sauna ve buhar odasına tav oldum... neyse iki hafta üç kere, sonraki hafta iki kere gittim galiba. ayda istikrarlı, iki çocuğum var demeden gidiyor... bu hafta henüz gidemedim:) ama haftayı sporsuz kapatmayayım diye birazdan çıkacağım...

aslında cuma bir rutinimiz var ayda ile. onun için bugün istekliyim.. cumaları bir kere kesin saunaya giriyoruz ve ardından da bir kuaföre gidip fön çektiriyoruz saçlarımıza:) sonra gidip yemek yiyoruz, kahve içiyoruz.. oh oh...

ayda benim otuz yıllık arkadaşım. beraber binlerce gün geçirdik... geçirmeye devam...

Perşembe, Ekim 30, 2008


yazacak çok şey var... örneğin şu hüseyin üzmez meselesi var... bir yazı yazdım akşam'a, yayınlanınca buraya koyayım diyorum...

ama sizi şu duyuruyla başbaşa bırakıyorum bugün. sekiz kasım tarihinde kimseciklere söz vermeyip beni yalnız bırakmamanızı diliyorum. eh ne de olsa tüyap'ta ilk imza günüm... hani anlatmıştım; "onlar" içeride, ben "dışarıda" yıllarımı. o "içeri" kısmında olmayı pek hayal etmiştim demiştim, kitabı imzalayan olmayı... demek insan kendini bir tabloda istikrarla resmedince olabiliyormuş, inanmalı mı çekim yasasına?

Çarşamba, Ekim 29, 2008

bayram

en güzel bayramımız kutlu olsun... en anlamlı bayramımız. yüzümüz hep gülsün, hayat bayram olsun...

Salı, Ekim 28, 2008

colin video

burda

listen...



herkesin bir takıntısı vardır. benimki black'tir. black benim için wonderful life değildir, hatta o hariç neredeyse bütün şarkılarıdır. moda yelken kulübü'nde iki yüz kişiye verdiği o zarif konseri hala acaba bir düş müydü gördüğüm diyerek anımsarım... backstage'e, odasına gidişim, oturup sohbet edişim falan rüya olabilir mi de derim... black daha sonra colin vearncombe olmuş ve yaptığı hiçbir albüm satmamıştır... albümler piyasada bile pek bulunmaz, internetten alınabilir, lastf.m'den ücretsiz dinlenebilir...

ben black'i (aka Colin Vearncombe) hayatta birçok şeyden daha fazla severim... sahiden... bana tanıdığım birçok insandan daha çok şey ifade eder, söyler, kalbimdedir... "listen" der, dinlerim. tanımasam da tanıyormuşum gibi hissederim, aramızda bir bağ var gibi, uzak bir yakınım gibi... bugün listen'ı bir kez daha dinlerken yazıyorum size bunları... hepimiz yaşlanıyoruz evet ama nedense bugün yaşlanmış, hatta fazlaca "looser" görünen black fotoğrafı karşısında içim tuhaf bir duyguyla doluyor, sanki ben yaşlanacaktım ama o hep aynı yerde kalacak gibi geliyordu belki de, hiç yaşlanmadan...

black bana hüzünlü birçok hüzünlü anda, hayatın birçok dönemecinde, heyecanında, neşesinde, kederinde eşlik etmiştir. birçok insanın edemeyeceği kadar yardım etmiş, başucumda durmuş; "sometimes your life begins to go in directions you don't know..." demiştir.
"dinlemesini bil" demiştir...
teşekkür ediyorum huzurlarınızda kendisine... ona buradan en güzellll dileklerimi yollluyorum. sizi de "listen" ile başbaşa bırakıyorum...

Listen to the money while it talks,
makes you feel used up and small.
You're caught between its hands.
Why did you try at all?
I listened and remembered what he said-
"What's good for me is good for you.
Be careful what you wish for-
It might come true."
That sometimes, at night,
when you're alone inside your bed,
you think about the things that have been said.
That sometimes your life begins to go
in directions you don't like.
You can't resist the flow.
If you listen then you might.
Then you might.
Listen once and listen good,
what's lost is never coming back.
The people that you trust
are the people you should watch.
Ohh and sometimes, at night,
when you're alone inside your bed,
you think about the things that have been said.
That sometimes your life begins to go
in directions you don't know.
Never knew what you would find.
If you listen then you might.
(solo)
Listen and remember what he said-
"What's good for me is good for you.
Be careful what you wish for-
It might come true."
That sometimes, at night,
when you're alone inside your bed,
you think about the things that have been said.
That sometimes your life begins to go
in directions you don't like.
You can't resist the flow.
If you listen then you might.
Then you might.

Pazartesi, Ekim 27, 2008

hadi sen de imzalaaaa

bloguma dokunmaaaaa

hahayt


ebru ve rima yazmış arkadaşlar... en iyi yönte budur... ultrareach.com'a girin, küçük bir program var download edilecek. onu download edin ve sayfalarınız direkt açılsın, foto da ekleyin, herkesi rahar rahat da okuyun... budur...

Cumartesi, Ekim 25, 2008

inatla...

yazmaya devam yayazmaya devamyazmaya devamyazmaya devamyazmaya devamyazmaya devamzmaya devamyazmaya devamyazmaya devamyazmaya devamyazmaya devamyazmaya devamyazmaya devamyazmaya devamyazmaya devamyazmaya devamyazmaya devamyazmaya devamyazmaya devamyazmaya devamyazmaya devamyazmaya devamyazmaya devamyazmaya devamyazmaya devamyazmaya devamyazmaya devamyazmaya devamyazmaya devamyazmaya devamyazmaya devamyazmaya devamyazmaya devamyazmaya devamyazmaya devamyazmaya devamyazmaya devamyazmaya devamyazmaya devamyazmaya devamyazmaya devamyazmaya devamyazmaya devamyazmaya devamyazmaya devamyazmaya devamyazmaya devamyazmaya devam

Cuma, Ekim 24, 2008

tanya'nın dediği gibi hahayt!

bugünkü "horoscope" şöyle dmeekte;

The doldrums are over and its time to pick up the pace, ece. Come out of your home in full regalia today and be proud of what you have to offer to the world. Be courageous in your dealings with others and take the time to express yourself fully in a creative manner. The bigger the smile you wear today, the further you will go in just about every situation you encounter.


regalia nedir bilmiyorum ama iyi bişeye benziyor... bugünkü horoscope da kuş gibi işaret olarak alınsın:)

www.6milliardsdautres.org

bugün benim için, kendiniz için buraya bir bakın... izleyin... mesela "aşk"ı tıklayın; dünyadaki milyarlarca insanla aynı şeyleri hissettiğimizi, aynı kaygılarımız olduğunu, aynı şeylere sevinip, aynı şeylere üzüldüğümüzü görün...

iyi bir duygu bu... büyük bir proje; mutlaka bakın....

Perşembe, Ekim 23, 2008

Çarşamba, Ekim 22, 2008

iyi dileklerinizi gönderir misiniz...


evet tamam, hastalık hali adamı depresif yapabiliyor. dün biri bana "kötü şeyler olduğunda hayatındaki iyi şeyleri göremiyorsun değil mi ece abla?" dedi. "evet!" dedim ama şimdi içten bir "evet" daha diyorum.

grip neredeyse sona ermek üzere; kendimi kapattığım ev duvarlarına hoşça kal deyip hiç değilse biraz havalanmak için kendimi dışarı atabilirim. tanya şimdi bana meleklerini gönderiyor; onun keyifsizliği geçmeden, bana yardıma... işlerle ilgili pek dertliyim, ama bugün sonuç belli olacak, tanyacığımın melekleri ile dolaşacağım bugün, inanıyorum yanımda olduklarına.

hem bakıyorum şimdi pencereden dışarı. gün güzele benziyor. güneş var hiç değilse. biraz çıkayım dışarı, nihayetinde yazıp çizeceğim hiçbir şey yok bu aralar....

bugün; evet konuyu bilmiyorsunuz ama benim hepinizin iyi dileklerine ihtiyacım var. en sevdiğiniz işi yaparken, mesela kahvenizi içerken, mesela arabanızda en sevdiğiniz şarkıya eşlik ederken bana da iyi dileklerinizi gönderir misiniz....

Pazartesi, Ekim 20, 2008


bugün hiççç yazamayacağım.
hastayım...
ve bir kitap der ki; "bedenimiz, hayatımızda meydana gelen olaylara verdiğimiz tepkileri yansıtan “sensör”dür." inanalım mı?