Cuma, Ekim 31, 2008

gün nasıl geçti:)))


spora 10.30'ta gidemedik, aydaanım bir diziye dalmış, derken bi telefon gelmiş:) 11.30'ta ben hayli söylenirken kapıdan girdik. dedim ki "çıkıcaz burdan, akşam olacak..." ayda da "amma söylendin, tamam benim suçum" dedi, sustum:)))

bugün sporda resmen hiç kaytarmadım. yapmam gereken her şeyi yaptım, zira ayda bana "sen hızlandırılmış, konsantre bir şekilde yapıyosun hareketleri, yoksa nasıl seninki benden önce bitsin?" deyip duruyordu ve haklıydı da... ama tabii benimki yine erken bitti o ayrı, çnkü ayda 20 dakika koşu bandında, üstelik resmen koşuyor... ben on dakika ve yürüyorum:)))

neyse tabii bana sauna için vakit kaldı. orada yatarken dedim ki kendime "ecaanım olay budur. bakın bugün cidden hak ettiniz bu sauna keyfini. sporunuz da bitti, oh mis..."

derken yıkanma, giyinme faslının ardından spor salonunun yakınında bulduğumuz o kuaför... kendi kuaförlerimize iki haftadır ihanet etme sebebimiz belli; fön beş lira... vallahi... bir de iyi çekiyorlar. bir de kimse olmuyor... cumalarımıza neşe katıyoruz spora gitmiş, duşunu yapmış ve fön çektirmiş kadınlar olarak... gerçi ayda hayatımda olmasa ben bunların hiçbirini yapmam, kendi başıma kesinnnn üşenirim...

neyse oradan çıkıp hadi atıştıralım, fazla bişi yemeyelim deyip tostta karar kaldık. ama fazlasıyla yiyerek elbette pişman olduk... aydaanım alışveriş canavarı olarak beni bir yerlere sürüklemek istediyse de vazgeçirdim... ertesi günler hep bana teşekkür ediyor:))

bir de başka bir yerde kahve içince pil tükendi tabii. geldim bunları yazmaya... birazdan da gidip elvin'i almaya...

a gün çabuk bitti yine...

p.s. fotoğrafta ayda ve ece spordan ve kuaförden sonra...

sportif

böyle bir gayretimiz oldu ayda ile... sportif olalım, kendimiz için iyi bir şey yapalım; bir spor salonuna "kayıt" olalım...

valla heyecanlandık, yola çıktık, olduk da... üç hafta oluyor... ama ben ruhu ve bedeni tembel insanlardan biriyim, zaten büyük olasılıkla spor salonunun aletlerine değil de sauna ve buhar odasına tav oldum... neyse iki hafta üç kere, sonraki hafta iki kere gittim galiba. ayda istikrarlı, iki çocuğum var demeden gidiyor... bu hafta henüz gidemedim:) ama haftayı sporsuz kapatmayayım diye birazdan çıkacağım...

aslında cuma bir rutinimiz var ayda ile. onun için bugün istekliyim.. cumaları bir kere kesin saunaya giriyoruz ve ardından da bir kuaföre gidip fön çektiriyoruz saçlarımıza:) sonra gidip yemek yiyoruz, kahve içiyoruz.. oh oh...

ayda benim otuz yıllık arkadaşım. beraber binlerce gün geçirdik... geçirmeye devam...

Perşembe, Ekim 30, 2008


yazacak çok şey var... örneğin şu hüseyin üzmez meselesi var... bir yazı yazdım akşam'a, yayınlanınca buraya koyayım diyorum...

ama sizi şu duyuruyla başbaşa bırakıyorum bugün. sekiz kasım tarihinde kimseciklere söz vermeyip beni yalnız bırakmamanızı diliyorum. eh ne de olsa tüyap'ta ilk imza günüm... hani anlatmıştım; "onlar" içeride, ben "dışarıda" yıllarımı. o "içeri" kısmında olmayı pek hayal etmiştim demiştim, kitabı imzalayan olmayı... demek insan kendini bir tabloda istikrarla resmedince olabiliyormuş, inanmalı mı çekim yasasına?

Çarşamba, Ekim 29, 2008

bayram

en güzel bayramımız kutlu olsun... en anlamlı bayramımız. yüzümüz hep gülsün, hayat bayram olsun...

Salı, Ekim 28, 2008

colin video

burda

listen...



herkesin bir takıntısı vardır. benimki black'tir. black benim için wonderful life değildir, hatta o hariç neredeyse bütün şarkılarıdır. moda yelken kulübü'nde iki yüz kişiye verdiği o zarif konseri hala acaba bir düş müydü gördüğüm diyerek anımsarım... backstage'e, odasına gidişim, oturup sohbet edişim falan rüya olabilir mi de derim... black daha sonra colin vearncombe olmuş ve yaptığı hiçbir albüm satmamıştır... albümler piyasada bile pek bulunmaz, internetten alınabilir, lastf.m'den ücretsiz dinlenebilir...

ben black'i (aka Colin Vearncombe) hayatta birçok şeyden daha fazla severim... sahiden... bana tanıdığım birçok insandan daha çok şey ifade eder, söyler, kalbimdedir... "listen" der, dinlerim. tanımasam da tanıyormuşum gibi hissederim, aramızda bir bağ var gibi, uzak bir yakınım gibi... bugün listen'ı bir kez daha dinlerken yazıyorum size bunları... hepimiz yaşlanıyoruz evet ama nedense bugün yaşlanmış, hatta fazlaca "looser" görünen black fotoğrafı karşısında içim tuhaf bir duyguyla doluyor, sanki ben yaşlanacaktım ama o hep aynı yerde kalacak gibi geliyordu belki de, hiç yaşlanmadan...

black bana hüzünlü birçok hüzünlü anda, hayatın birçok dönemecinde, heyecanında, neşesinde, kederinde eşlik etmiştir. birçok insanın edemeyeceği kadar yardım etmiş, başucumda durmuş; "sometimes your life begins to go in directions you don't know..." demiştir.
"dinlemesini bil" demiştir...
teşekkür ediyorum huzurlarınızda kendisine... ona buradan en güzellll dileklerimi yollluyorum. sizi de "listen" ile başbaşa bırakıyorum...

Listen to the money while it talks,
makes you feel used up and small.
You're caught between its hands.
Why did you try at all?
I listened and remembered what he said-
"What's good for me is good for you.
Be careful what you wish for-
It might come true."
That sometimes, at night,
when you're alone inside your bed,
you think about the things that have been said.
That sometimes your life begins to go
in directions you don't like.
You can't resist the flow.
If you listen then you might.
Then you might.
Listen once and listen good,
what's lost is never coming back.
The people that you trust
are the people you should watch.
Ohh and sometimes, at night,
when you're alone inside your bed,
you think about the things that have been said.
That sometimes your life begins to go
in directions you don't know.
Never knew what you would find.
If you listen then you might.
(solo)
Listen and remember what he said-
"What's good for me is good for you.
Be careful what you wish for-
It might come true."
That sometimes, at night,
when you're alone inside your bed,
you think about the things that have been said.
That sometimes your life begins to go
in directions you don't like.
You can't resist the flow.
If you listen then you might.
Then you might.

Pazartesi, Ekim 27, 2008

hadi sen de imzalaaaa

bloguma dokunmaaaaa

hahayt


ebru ve rima yazmış arkadaşlar... en iyi yönte budur... ultrareach.com'a girin, küçük bir program var download edilecek. onu download edin ve sayfalarınız direkt açılsın, foto da ekleyin, herkesi rahar rahat da okuyun... budur...

Cumartesi, Ekim 25, 2008

inatla...

yazmaya devam yayazmaya devamyazmaya devamyazmaya devamyazmaya devamyazmaya devamzmaya devamyazmaya devamyazmaya devamyazmaya devamyazmaya devamyazmaya devamyazmaya devamyazmaya devamyazmaya devamyazmaya devamyazmaya devamyazmaya devamyazmaya devamyazmaya devamyazmaya devamyazmaya devamyazmaya devamyazmaya devamyazmaya devamyazmaya devamyazmaya devamyazmaya devamyazmaya devamyazmaya devamyazmaya devamyazmaya devamyazmaya devamyazmaya devamyazmaya devamyazmaya devamyazmaya devamyazmaya devamyazmaya devamyazmaya devamyazmaya devamyazmaya devamyazmaya devamyazmaya devamyazmaya devamyazmaya devamyazmaya devamyazmaya devam

Cuma, Ekim 24, 2008

tanya'nın dediği gibi hahayt!

bugünkü "horoscope" şöyle dmeekte;

The doldrums are over and its time to pick up the pace, ece. Come out of your home in full regalia today and be proud of what you have to offer to the world. Be courageous in your dealings with others and take the time to express yourself fully in a creative manner. The bigger the smile you wear today, the further you will go in just about every situation you encounter.


regalia nedir bilmiyorum ama iyi bişeye benziyor... bugünkü horoscope da kuş gibi işaret olarak alınsın:)

www.6milliardsdautres.org

bugün benim için, kendiniz için buraya bir bakın... izleyin... mesela "aşk"ı tıklayın; dünyadaki milyarlarca insanla aynı şeyleri hissettiğimizi, aynı kaygılarımız olduğunu, aynı şeylere sevinip, aynı şeylere üzüldüğümüzü görün...

iyi bir duygu bu... büyük bir proje; mutlaka bakın....

Perşembe, Ekim 23, 2008

Çarşamba, Ekim 22, 2008

iyi dileklerinizi gönderir misiniz...


evet tamam, hastalık hali adamı depresif yapabiliyor. dün biri bana "kötü şeyler olduğunda hayatındaki iyi şeyleri göremiyorsun değil mi ece abla?" dedi. "evet!" dedim ama şimdi içten bir "evet" daha diyorum.

grip neredeyse sona ermek üzere; kendimi kapattığım ev duvarlarına hoşça kal deyip hiç değilse biraz havalanmak için kendimi dışarı atabilirim. tanya şimdi bana meleklerini gönderiyor; onun keyifsizliği geçmeden, bana yardıma... işlerle ilgili pek dertliyim, ama bugün sonuç belli olacak, tanyacığımın melekleri ile dolaşacağım bugün, inanıyorum yanımda olduklarına.

hem bakıyorum şimdi pencereden dışarı. gün güzele benziyor. güneş var hiç değilse. biraz çıkayım dışarı, nihayetinde yazıp çizeceğim hiçbir şey yok bu aralar....

bugün; evet konuyu bilmiyorsunuz ama benim hepinizin iyi dileklerine ihtiyacım var. en sevdiğiniz işi yaparken, mesela kahvenizi içerken, mesela arabanızda en sevdiğiniz şarkıya eşlik ederken bana da iyi dileklerinizi gönderir misiniz....

Pazartesi, Ekim 20, 2008


bugün hiççç yazamayacağım.
hastayım...
ve bir kitap der ki; "bedenimiz, hayatımızda meydana gelen olaylara verdiğimiz tepkileri yansıtan “sensör”dür." inanalım mı?

Pazar, Ekim 19, 2008

internette ugün

Eve endeksli bir hayat yaşadığınızda bu devirde internetten de çok şey bekliyor olmuyor mu insan? Madem elimin altında, her şeye çare bulsun bakalım... “Bugün ne pişirebilirim?” cevabı artık telefonun diğer ucundaki annede değil de, internetin ta kendisinde değil mi? Böylesi bir yemek sorunsalı için portakalagaci.com iyi bir seçenek, onu baştan söyleyeyim.

Hayatı kolaylaştıran siteler önemli. Şimdi siz arasanız da asla bulamayacağınız bütün kullanım kılavuzlarını unutun ve tr.diplodocs.com’u kesinlikle favorilerinize ekleyin. Beyaz eşyadan telefona kadar dilediğiniz markanın dilediğiniz modelini arama butonu vasıtasıyla bulmanız ve saniyeler içinde pdf formatında kullanım kılavuzunu indirmeniz bu site sayesinde mümkün...

Çocuk bu canı hemen sıkılır... Evin altını üstüne getirmiş, oyuncakları miadını doldurmuş ve sizinle bir faaliyet yapmak için yanıp tutuşmakta. Ama siz teferruatlı bir şey için (nedense!) istekli değilsiniz. Ayrıca belki benim kadar da yeteneksizsiniz... Hımm, tamam o zaman. Derhal cubeecraft.com’u tıklıyoruz. Sitede inanılmaz tuhaf ve sevimli küp adamlar var. Birini seçiyor ve çıktısını alıyoruz. Makasla kesiyor ve direktifler doğrultusunda bir adama dönüştürüyoruz. Uhu gerekmiyor. Ayrıca çocuk olmadan da kendinizi neşelendirecek bir iş bu; hepsini yapıp masanıza dizmek isteyeceksiniz, öyle diyeyim. Ha biraz daha karmaşık şeyler yapabiliriz çocukla, dikiş dikeriz, taş boyarız, sorun değil diyorsanız, cocuklacocuk.com ilaç gibi gelecektir.

KURŞUN GEÇİRMEZ BEŞİK

Kullanım kılavuzunu okuduğumuz için bir aleti çalışır duruma getirdik, yemek pişirdik, çocuğu da mutlu ettik, şimdi napalım diyorsanız biraz eğlence. Megamonalisa.com’da binlerce farklı Mona Lisa tablosu sizi bekliyor. Disco Mona, Komünist Mona, Fotoğrafçı Mona bunlardan birkaçı. Bütün bunları yaparken bir taraftan da simplynoise.com’u açık tutmanızı öneriyorum. Sitede duyacağınız ‘beyaz ses’ migren ağrılarını gidermeden dikkati toplamaya kadar pek çok konuda size yardımcı oluyor. Sitede pembe ve kahverengi/ kırmızı ses de mevcut. Pembenin denizimsi, kahverenginin biraz daha fazla okyanusumusu bir havası var, haberiniz olsun...

Böylesi bir rahatlamanın ardından kurşun geçirmez bebek ürünlerine bakarak dünyanın gidişatına şaşıralım ve internet faslını kapatalım derim ben. Bulletproofbaby.net adresindeki kurşun geçirmez beşiklere, ‘benim ilk kaskım’ isimli ürüne, bombalama esnasında bebeğinizi örtebileceğiniz battaniyeye bakıp ne hissedeceksiniz bilmiyorum... Ancak son olarak bildirgec.org’a girip “Bütün bu siteleri nereden buluyorsunuz kardeşim?” diyerek yakınabilirsiniz, hakkınızdır.

E, kolay gelsin...

not: bu yazı cumartesi günü akşam gazetesi'nde yayınlanmıştır.

megamonalisa.com






iyi bir proje... benim favorilerim bunlar...

Perşembe, Ekim 16, 2008

ekim bitmeden


smashing magazine'i hemen tıklıyor, ay bitmeden enfes bir wallpapera kavuşuyoruz... benim favorim şudur;

sadece print edin, oynayın...


çocuklarla aktivite için iyi bir site... uhu gerekmiyor. istediğiniz şirin şeyi download edip kesmeniz ve direktifler doğrultusunda katlamanız yeterli; ben de bu siteyi bayıldığım hafif.org'dan öğrendim... hadi bakalım

http://www.cubeecraft.com/

Çarşamba, Ekim 15, 2008

Mımm Atina!!


her gün atina'dan ziyarete gelen bir arkadaş var... herkesi merak ediyorum ama onu pek çok... "Athens, Attiki arrived on "ece arar"" sağ altta herrr günnn gördüğüm bir cümle...

insan kendisini kimlerin okuduğunu hep merak ediyor tabii de, böyle sahici bir merakla her gün gelen atinalı arkadaşımı cidden merak ediyorum...

merak kediyi öldürür mü?

Pazartesi, Ekim 13, 2008

bu ülkenin çocukları


okumaya çalışan, el yazılarıyla boğuşan, az teneffüsten şikayet eden, fırsat bulduğu her an resim çizen bütün o miniklerin gözlerinden öperim. işleri pek zor...

bu ülkede insan olmak kadar çocuk/insan olmak da zor.

oyun parklarına muhtaç, bulduklarında da oynadıkları takdirde yaralanma riskleri olan, diyelim yaralandılar, tedavileri için bile "süper" şartlar olmazsa yaraları es geçilmek durumunda kalan, yürekleri de kimi zaman dizleri gibi kanayan, lastikten ayakkabılarıyla okula gitmek için dereleri aşan, çöpe atılmış marulları toplayayım derken araba altında kalan, akşam bir çorba içebilirse kendini şanslı sayan, kamyonlardan atılacak bedava topa hasret tüm çocukların gözünden öperim...

kendi kızıma bütün bu sıkıntılı koşullarda yine de ne kadar şanslı olduğunu tam olarak anlatamayabilirim... buzdolabımızda hep sütün bulunmasının bile bir ayrıcalık olduğunu belki söyleyebilirim. bilsin isterim...

ve sahiden koşullar iyi değil. bu ülkede aslında hangi gelir düzeyinden gelirseniz gelin, çocuk olmak hiç kolay değil....

ama tabii çocuk olmak, yine de ne güzel... her şeye inat...

Cuma, Ekim 10, 2008

uyku


hafta içi olan diyalog yarın olmayacak, yaşasın...

yarın daha çok uyuyacağız, yaşasın...

benim küçük kuzum melek gibi uyur, yaşasın...

her sabah aynı diyalog (yoksa monolog mu?)


kızım yüzünü yıka... yüzünü yıka kızım. elvin hadi yüzünü yıka....

kızım giyin hadi artık... hadi giyin. elvincim giyinir misin? kızım hadi giy eteğini... hadi ama geç kalıcaz kazağını da giy. giydin mi kızım kazağını?

tuvalete git hadi. (anne yok tuvaletim). hadi kızım getir tokalarını. elvin, tokaların nerde, getirir misin kızım....

kızım önümüde dur, oturma, tokaları takıcam.

kızım gel buraya, vallahi geç kalıcaz... hadi kızım ayakakkabılarını giy. elvin nerdesin?

hemen gel ve ayakkabılarını giy. ay bir dakika, şu şurubu içiricem, kızım gelir misin, şurup içiricem.

çantan nerde? kızım nereye koydun çantayı? paltonu giy, kızım giy şu paltoyu allah aşkına.
hadi giy bak geç kalıcaz....

Perşembe, Ekim 09, 2008

kaset çanta mı, hemen alayım...






mutlukumtaneleri bahsetmiş, buldumbuldum.com'dan. her türlü tasarım eşyasına hayranlık besleyen, ağzının suyu akarak hepsini ama hepsini isteyen bir insanım ben... hatta bir aklım olsaydı ve yol gösterenim, tasarım okumak da isterdim. bilmem başarılı olabilir miydim, hiçbir fikrim yok, ama çok isterdim eşya tasarımı yapmak... her neyse, yukarıda gördüğünüz harika çanta da o siteden.... hayran kalmakla kalmadım, başım döndü güzelliği karşısında ve evet, hemen ısmarladım:) her insanın hayatta biriktirdiği, almazsa olmayacak türden eşyalar vardır.... ben mesela müzikle ilgili her şeye sahip olmak isteyebilirim. üzerinde "rock" sözcüğü geçen bütün tişörtleri, turne tişörtlerini, radyo şeklindeki bir yüzüğü, plak şeklindeki bir nihaleyi alabilirim, alırım da... ama bu kaset çanta ayrı bir güzel; bana bir kere, kesinlikle çocukluğumu çağrıştırıyor, bine yakın kasedimi, o kasetleri edinmek için verdiğim çabaları, her hafta sonu yeni çıkan bütün kasetleri toparlamak üzere kar kış demeden yola çıktığım zamanları, hem sonra kaset doldurduğum, doldurtmak için listeler hazırladığım zamanları da çağrıştırıyor....

bunun üzerine on yıl radyoda çalıştığım zamanları da ekleyin... evet bu çanta bana kesin lazımdı...

ama şimdi bu çantanın sembolik başka bir anlamı daha olmalı. bu çanta evet, manasız alışverişlerin en sonuncusu olmalı. bu kriz belli ki hepimizi sarsacak, gereksiz alışverişlere dur demenin tam zamanıdır....

Çarşamba, Ekim 08, 2008

zilsiz zarife'nin sabah falı



kahvaltıda annemlerdeydim; orada bir kahve.evime gelince bir kahve daha... bu zilsizzarife'nin kahvesinin falı:)

isminin içinde t,z, c harfleri olan kemikli burunlu biri var! bu kişinin elinde sihirli değnek gibi bir şey mevcut. bir dileğini gerçekleştiriyor diyelim; büyük bir şeye kavuşmana sebep olacak bir kişi bu...

iki kişilik kısacık bir tatil; o tatilde de aşk veyahut aşkı tazeleme var:) o aşk'la ilgili duyacağın güzel, sevimli sözler de var. bu küçük tatilin yanı sıra arabayla uzun bir yolculuk; isminde c harfi olan biriyle bir ortaklık, senin canını sıkan birinden kurtuluş, bir ev çatısı altında biriyle sarmaş dolaş olma hali de var:)

bütün görebildiğim ve bittabi uydurabildiğim budur. kahve falından vallahi de anlamam; haberiniz olsun... ama bakalım zilsizzarife'yi hiiiç tanımadığıma göre, bu bu fal ile ilgili neler söyleyecek değil mi ama?



bu arada iki gün evden çıkmayarak; two and a half men ikinci sezonu tamamen izledim. 16. bölüme geldim. iş falan yapmıyorum. hani olur ya, kimseyle konuşmak bile istemezsiniz, öyle bir iki gün geçirdim. two and a half men de bana eşlik etti. artık bugün sokağa çıkabilirim ve hatta artık yazmam da lazım... hımm, hadi bakalım...

Salı, Ekim 07, 2008

kahve falı


ben aslında kahve falından anlamam... ben aslında birçok şeyden pek anlamam... ama niyeyse fal bakabilirim gibi gelir arkadaşlarıma...


sormadan kapatırlar fincanları. ben de bakarım. birçok denizatı görürüm, melekler, atlar ve mallar ve mülkler ve aşklar... herkes sevinir.

belki bu yüzden hemen kapatırlar fincanlarını. bilemiyorum...

Pazar, Ekim 05, 2008

bu da gülben+ece

refakatçi


elvin banyoda... ben refakatçi olarak yanındayım. gülben'in aldığı bir banyo oyuncağı ile meşgul. bir kedi hastalığı var elvin'de bilen bilir. ama miyavlayanları tabii, biraz sinir bozucu olabiliyor. nitekim bu kedi de miyavlıyor ve şu ana dek miyavlaması bini buldu denebilir... hangi zor şartlar altında bu pos'u yazdığımı anlayın diye yazdım bu bilgiyi. kedi üstelik ışıklı ve yüzebiliyor... hımmm, bu kadar kedi muhabbeti yeter, alaçatı nasıldı derseniz... alaçatı eylülde daha güzelmiş. insana aslında bir hırka ve bir ceket yetermiş. sonra kitap okumak şartmış. gülben 500 sayfalık bir resmigeçit'i biteribilecekkken ece okumuyor diye kitabın sonuna gelmiş ama bitirememiş. niye ece okumuyor diye okumamış? aslında kesinlikle kitaba devam etmek istiyormuş ama oturduğumuz yerlerde (15 Eylül Kıraathanesi Buğra'nın, Köşe Kahve ve Orta Kahve) küs insanlar gibi bir gmrüntü vermek istemiyormuş, biri hani ötekiyle kesinkez konuşmak istemiyordur ve gazetesine gömülmüştür, anımsayın öyle insanları...

neyse. biz sözünü ettiğim üç yerdeydik hep işte.... topu topu araları üçer metre. sabah uyanıp nefis Cadde 75 kahvaltımıza gömülüp ardından gazetelere verdik kendimizi. Birkaç saat durduk öyle hep. derken hareketlenme vakit diyerek de o üç yere attık kendimizi işte. makarna, şarap, bira. bayramlık giysileriyle geçenleri izleme, "o kıyafetle o ayakkabı olmuş mu be kadın?" deme mesela... sonra "bunlar kesin kavgalı" gibi yorumda bulunma kimi çiftler için. öyle kendi kendimize eğlenmece...

sonra ben "nerdesin"lere devam ettim bir müddet bütün o oturmalar boyunca. yirmi küsur oldu galiba. gülben de fırsattan istifade resmigeçit'e gömüldü. ben aşk cumhuriyeti diye bir kitap okuyordum, sevmiştim ama ııh, alaçatı benim kitap okumama karşı, bunu anladım. iki seferde de normalde beş günde okuyacağım kitabın onda birini anca okumuşumdur.

bir de şifne'ye gidişimiz var. bir yerden duymuşuz, gidelim dedik. kaybolduk ama... hava bir güneş açtı, bir kapadı, şifne de bizi fena sıktı. birkaç saatimizi şifne yolunda harcadık, teoman dinledik ama bol bol. iyi geldi...

otelde de şömine başı keyfi yaptık. yılın ilk şöminesi bizim için yakıldı. ısındık, ısındık ve otelimizi bir daha sevdik.
hatta dedik yeni yılda da gelelim...

öyle seviyoruz orayı. alaçatı'dan çok galiba oteli seviyoruz biz...