Cuma, Eylül 26, 2008

hımm tatil!



yol notları'na mola:) yolda yazarım artık.
biraz kitap, biraz uyku, biraz şarap, biraz yazı, biraz kahkaha, biraz en yakın arkadaşla yirmi yıl önce de ne yapıyorsak aynısı; geçen yıllara hayretle bakakalma, sevdiğimiz şarkıları bir kez daha birbirimize hatırlatma mesela ya da bir an'dan konuşma; çocukluk hallerimizi gözlerimizin önüne getirmeye çalışma, sahi nerede ne yapmıştık, nerede ne yemiştik, anket defterlerine neler yazıyorduk, o mu bana daha fazla mektup yazmıştı, ben mi ona?

"anket"lerimize kaldığımız yerden devam, uzun kahvaltılar sonrası uzun sessizlikler, sonra birden hareketlenip "hadi acıktım!" demeler, hepsi mümkün. hava iyiyse yüzeriz de. bilemiyorum. kalacağımız yer şudur; canım gülben de diğer fotoğraftakidir. görüşürüz dönünce, olur mu?

Perşembe, Eylül 25, 2008

nerdesin? mola yeri'ndeyim (yolculuk 6)



- nerdesin?
- mola yeri'ndeyim. yorulmuşum...
- e tabii, senin de hakkın dinlenmek.
- ne klişe şu "senin de hakkın dinlenmek" cümlesi. herkese söyle herkese uyar, tam bir şablon!
- moladasın ama anladığım kadarıyla molada olduğunun farkında değilsin.
- neden öyle dedin?
- e madem moladasın, derin nefesler alman lazım, klişeleri, şablonları boş vermen lazım... dahası birilerine cevap yetiştirmek yerine, kendinle haşır neşir olman, kendini mutlu etmen, başkalarını da üzmemen lazım.
- üzdüm mü seni?
- yok ben seni tanıyorum, hem kolay kolay üzülmem bilirsin.
- eh, hâlâ havalar'da olduğuna bakılırsa böyle konuşman normal.
- bir kıskançlık seziyorum? başkalarının bulunduğu "yer"lerde olmayı istemek yerine, kendi bulunduğun yerin keyfini çıkartmayı denesen? bulunduğun mola yerinde de mutlaka seni mutlu edecek bir şeyler vardır. hem adı üstünde "mola", daha ne olsun. şu an yolda değilsin, dinlenme pozisyonundasın, keyfini çıkar. bir çay iç, bir şeyler yaz paperblanks defterine. yol üzerine yaz mesela...
- yazmadığımı kim söyledi?

Çarşamba, Eylül 24, 2008

nerdesin? kapı'dayım (yolculuk bölüm 5)


- nerdesin?
- kapı'dayım.
- hangi kapıdasın allah aşkına?
- bir bilsem...
- nasıl gittin oraya?
- işte geyik olayından sonra daha dikkatli davrandım. nasıl oldu bilmiyorum, sis bitiverdi, derken bir tabelada "kapı 30 km" yazıyordu, merak ettim, geldim. kapıdayım şimdi.
- açtın mı?
- yok önce senin aramanı bekledim, nasıl olsa arar beni dedim. hep tam zananında ararsın, tam sana ihtiyacım olduğunda.
- hissediyorum belki de.
- evet işte ondan diyorum, hislerin kuvvetlidir senin. ne var ki bu kapının ardında, ne yapayım, açayım mı, açmayayım mı... geri mi döneyim, başka bir yere mi gideyim?
- ben "aç" diyemem sana tatlım. açmak istiyorsan açacaksın, arkasında ne var merak ediyorsan güçlü olacaksın. girmek istiyorsan gireceksin. sonuçlarına da katlanacaksın, katlanmayı bileceksin. hem kim bilir güzel bir yerdir, ruhuna iyi gelir, seni ferahlatır...
- açmadan bilemem yani.
- evet, açmadan bilemezsin.
- iyi ya madem. açayım ben. sonra konuşuruz.
- tamam, ararım ben.

p.s: fotoğraf gallery.photo.net'ten.

görsel sobelenme

umar sobelemiş, visulog.com'dan görsel bir test bu. cevaplaması eğlenceli.
ben şunlarmışım;
ruh hali- vahşi kedi
eğlence anlamında bir firari
tam bir alışkanlık yaratığı
aşkta da dokunmatikmişim. detayları mevcut her özelliğin. kendinizi bulabilirsiniz. a yolda değil misiniz? bulamazsınız o zaman... yol yazıları bu arada evet, devam edecek. hatta 365 tane olması gibi bir niyetim var. iki gün sonra sahiden yolda olacağım ve yol yazılarını yolda yazarsam daha iyi olur gibi geliyor.
tanya, şebo, barton fink sobe

nerdesin? yoldan çıktım...(yolculuk bölüm 4)



- hat kesildi konuşamadık, ne alemdesin?
- yoldan çıktım. tuhaf bir duygu..
- nasıl yani? nooldu? anlatsana!
- sis pus aldırmadan gidiyordum. yol tabelalarına bakıp düşler kuruyordum. gitmeyi, kalmayı düşündüğüm yerlere kalan kilometreleri sayıyordum. sonra "geyik çıkabilir" tabelasının yanından geçtim.
- hani şu sarı tabelalar...
- evet, işte o. gülümsedim. nedense beni gülümsetir bu "geyik çıkabilir" tabelası.
derken sahiden geyik çıktı. yol kaygan, yağmur bilmemne, geyiğe çarpmamak için direksiyonu kırdım.
- ayyy
- korkma. yollar hep böyle biliyorsun, nereye gidersen git, kim olursan ol beklenmedik şeylerle karşılaşmak mümkün.
- iyi de, benim önüme hiç geyik çıkmadı şimdiye kadar.
- belli olmaz işte, yarın çıkmayacağını kim garanti edebilir?
- haklısın. nooldu sonra?
- e işte, yoldan çıktım. geyik kayboldu birden, sise karıştı. ben kalakaldım. arabanın yanındayım şimdi.
- ne yapmayı düşünüyorsun?
- yola devam edeceğim tabii ki. güzel bir geyikti ama.. görsen... sen nerdesin, hâlâ havalar'da mısın?
- vallahi hâlâ havalar'dayım. nefis burası. günlük güneşlik. gelsene ya, senin de ihtiyacın var böylesi bir ruh haline.
- geleyim de vizem yok. alalabilirsem neden olmasın?
- gel bak, bekliyorum.
- ben bir yola tekrar çıkayım da... görüşürüz.

p.s: fotoğraf www.nrcdeer.com'dan.

Salı, Eylül 23, 2008

nerdesin? bilmem, sanırım kayboldum(yolculuk bölüm 3)


- nerdesin?
- bilmem... çok yağmur var, önümü göremiyorum. sanırım kayboldum.
- hep kaybolursun zaten...
- hep kaybolurum sahi, değil mi?
- evet, çok sana ait bir şey kaybolmak. seni tanımlamamı isteseler, bunu da eklerdim; "hep kaybolur..."
- yol işaretleri, tabelalar falan hiç görünmüyor, sisin ardında.
- yine de bulursun sen yolunu, hep öyle olmadı mı? önünde sonunda ulaştın gideceğin yere.
- tabii de insan tam bir kaybolmuşluğun ortasında, ıssız bir coğrafyada, sessiz bir yolda ise bütün o başka deneyimleri hatırlayamıyor. bir tek şu an var ve şu an kaybolmuş vaziyetteyim...
- o zaman hatırla işte, boşuna aramadım seni. hatırlaman lazım. post-it'ler yapıştır mesela ceketine, arabanın camına, direksiyona, vitese. "Ben kaybolsam da yolumu hep bulurum." yaz.
- olabilir. durup post-it almam lazım bir yerden.
- dur al işte.
- kayboldum diyorum, nereden alayım... ıssız burası. zaten post-it almak için bile olsa kimseyle konuşacak halim yok.
- yağmur dinsin, gelirsin kendine. güneş hep açar biliyorsun. yağmur biter, güneş açar...
- açar değil mi?
- açar, merak etme.
- gideyim ben biraz daha. belki uykulu yolcularının plastik kovalardan kalın dilimlenmiş ekmekleri yorgun argın aldığı, sıcak bir çorbası bulunan bir yere denk gelirim. denk gelirsem, bir çorba da ben içerim.
- çorba, hımm. sen çorba hiç sevmezsin.
- söylüyorum anlamıyorsun, kayboldum...
-alo? alo? hat kesildi, hay allah...

p.s: fotoğraf www.jonijamesphotography.com'dan.

nerdesin? bir sapakta(yolculuk bölüm 2)


- alo naber, nerdesin?
- bir sapaktayım.
- a, hiç haberim yoktu. nereye yolculuk?
- "içim"e ama yolu bulamadım...
- yok mu harita, navigasyon şu bu?
- yok maalesef. durdum bakıyorum... soldan mı gitsem, sağdan mı diyorum?
- e zor karar; üstelik ben ne desem olmaz şimdi...
- aynen öyle. ama zannedersem az kullanılan yolu tercih edeceğim. şiirdeki gibi.
- robert frost'u diyorsun.
- evet, çocukkne çok anlarmışım gibi duvarıma yazmıştım "the road not taken"ı. okur okur, uyurdum. bugün şimdi, çok daha anlamlı bu şiiir bu sapakta.
- öyledir muhakkak. e o zaman sana kolay gelsin. gidince ara olur mu?
- uzun bir yolculuk bu. ne kadar sürer bilmiyorum, merak etme sen, ararım bir ara.
- mola ver bari bir yerlerde. yeni insanlar tanı, fotoğraf çek mesela... sana yol gösterecek birçok işaretle karşılaşacağından eminim...
- evet, mutlaka...
- nasıldı şiir sahi?
- two roads diverged in a yellow wood,
and sorry i could not travel both
and be one traveler, long i stood
and looked down one as far as i could
to where it bent in the undergrowth.

then took the other, as just as fair,
and having perhaps the better claim,
because it was grassy and wanted wear;
though as for that the passing there
had worn them really about the same.

and both that morning equally lay
in leaves no step had trodden black.
oh, i kept the first for another day!
yet knowing how way leads on to way,
i doubted if i should ever come back.

i shall be telling this with a sigh
somewhere ages and ages hence:
two roads diverged in a wood, and i--
i took the one less traveled by,
and that has made all the difference.

- evet, hatırladım. iyi yolculuklar. yaz bari bloga.
- tamam yazarım...

Pazar, Eylül 21, 2008

Cumartesi, Eylül 20, 2008

nerdesin? depresyon'dayım...(yolculuk bölüm 1)

-nerdesin?
-depresyon'dayım
-a, ne zaman gittin?
-dün akşamüstü birdenbire karar verdim, gittim işte...
-hava nasıl?
-yağışlı.
-ay hiç çekilmez, gitmeseydin keşke...
-e ben de pek istemedim aslında, ani bir kararla geldim denebilir.
-ne zaman dönmeyi düşünüyorsun? iş var güç var...
- valla hiç bilemiyorum, bayram tatili de var gerçi, ekleyip kalabilirim biraz daha gibi geliyor.
-yalnız mısın?
-e herhalde
-özlemiyor musun buraları?
-aklıma bile gelmiyor şimdilik. kafam bayağı meşgul...sen nerdesin bu arada? sormayı unuttum...
-ben havalar'dayım...
-a, ne iyi etmişsin. ne zamandan beri?
-birkaç gün oluyor. ben de bayram tatilini kapsayan bir paket planlayayım diyorum kendime. buraya insan fazla sık gelmiyor biliyorsun.
-bilmez miyim? ne iyi etmişsin...
-sen çabuk dön ama, olur mu? merak ettirme kendini.
-bakacağız artık. sana iyi eğlenceler
-tamam sağol. görüşürüz. uğra istersen?
-tarifeye bakarım ama zanndersem depresyon'dan havalar'a kalkan bir vasıta yok. aktarma yapmam lazım bir yerlerde... o da zor geliyor.
-sen bilirsin...
-görüşürüz.
-inşallah.
-hoşça kal
-sen de.

Çarşamba, Eylül 17, 2008

Salı, Eylül 16, 2008

parti kuran çocuk




elvin "parti kurmayı" seviyor, bu kendi deyimi... pazar akşamı beni uzun süre rahat bırakmasının sebebi parti kurmak için odasına gitmesidir:) gitti ve "sakın girme odama, ikimize parti kuruyorum" dedi. bir saat falan odasından çıkmadı, sonra "bana tabak lazım" dedi, verdim. sonra, "mutfaktan bir şeyler alıcam, gelme" dedi, "olur" dedim. bu arada birkaç defa "noolur odanı dağıtma!" da dedim tabii. "Yok" dedi, dağıtmam...

Sonra heyecan başladı... "Ne zaman hava kararacak?" dedi. Ona göre bütün partiler gece oluyor... Sabırsızlandı. Saat daha altıydı, "yemek yiyeyim ben, sen de ye ama" dedi. Çünkü partide atıştıracak bir şeyler olacaktı... Yedik erkenden...

Derken hava kararır gibi olunca "hadi gidiyoruz partiye!" dedi.

Keşke siz de olsaydınız:)

Pazartesi, Eylül 15, 2008

yeni haftanın olayları

1. tepede gördüğünüz şahaneeee header'ı deniz yaptı (sardunya:))) ellerine sağlık ve yaşasın, bayıldım...

2. kitaplarımı yıllarca sakladım ama bunun bir faydasını görmedim. bir ara burada da liste yapmıştım; ama şimdi o zor gibi gelince, üşenmedim şurada listeledim. satın almak isterseniz buyurun...

3. böylece haftaya hızlı başlamış oldum... hatta bir yazımı da yazdım.

4. daha hala kaplanacak okul kitapları var yahu, kapla kapla bitmiyorlar...

5. kilo aldım, vermem lazım:))) haha, bunu demeyen var mı?

Cumartesi, Eylül 13, 2008

az önce.. komedi ve dram... side order of life...

izledim... çok etkilendim... evrenin bize yolladığı mesajları görmek veya görmemekle ilgli bir dizi bu... cnbc-e'de bugün başladı ve beni ağlattı. mesele tabii ağlamış olmak değil, mesele bir dizinin sadece bir bölümünün bile içinde koca bir film olacak kadar hikayeyi ve hayatın kendisini barındırıyor olması... mutlaka izleyin...

Bazen evren size bir işaret gönderir. Ama işaret gönderilecek kadar şanslı olsanız bile hayatınıza yeni bir yön vermeniz konusunda sizi uyaran bu işareti anlamlandıracak kadar şanslı olmayabilirsiniz. CNBC-e’de bugün başlayacak ‘Side Order of Life’ın kahramanı Jenny McIntyre da evrenin uyarılarını dikkate almayı bilen şanslı insanlardan bir tanesi.

n Person adlı bir dergi için fotoğrafçılık yapan Jenny, en yakın arkadaşı Vivy’nin kanser olduğunu öğrenince hayatını farklı bir gözle değerlendirmeye başlar. Jenny bu acı gerçek sayesinde hayata dair daha önce görmediği ayrıntıları fark ederek çevresindeki insanların hayatlarını olumlu yönde değiştirebilme gücüne sahip olur.

Ama öte yandan kendi hayatında işler o kadar da iyi gitmemeye başlar. Hayat ve hayattan ne beklediği hakkında kafası karışan Jenny, evlenmesine çok az bir süre kalan nişanlısı Ian hakkında da kara kara düşünmeye başlar.

Senaryosunu aynı zamanda bir oyuncu da olan, ödüllü yazar Margaret Nagle’ın yazdığı dizi, kanser hastalığına yaklaşımı ve farklı anlatımıyla yayınlandığı ilk günden itibaren çok iyi eleştiriler aldı.

Komediyle dramı harmanlayan ve son dönemdeki iyi örnekleriyle yükselişe geçen ‘dramedi’ türünde bir dizi olan ‘Side Order of Life’, aynı zamanda ‘Beverly Hills, 90210’la hatırlanan Jason Priestly’nin de televizyon ekranlarına döndüğü yapım olma özelliğini taşıyor.

‘Side Order of Life’ Cuma saat 20.00’de CNBC-e’de

evrenin görün diye yolladığı mesajları sahiden görebilmeniz dileğiyle...

çocuğu okula başlayan annenin durumu

Okullar açılır açılmaz bende bir nevi aptallık hüküm sürmeye başladı. Sabahın sekiz buçuğundan itibaren tam sekiz saat boyunca yalnız olmak bu anneye yaramadı. Bir kere yapmam gereken binlerce iş olduğuna hükmettim; oysa sıcak yaz aylarında hiçbiri umurumda değildi bunların. Tahmin edebileceğiniz gibi böyle birden bire azat edilen her kadın cinsini etkisi altına alacak bir ‘evi toparlama, atılacakları atma, satılacakları satma veyahut da ihtiyaçları olanlara verme’ sendromuna kapıldım önce.

Ama tabii onun öncesinde ‘sessiz’ bir kahvaltı seansına eşlik etsin diye gazeteleri okumam da gerekiyordu. O işin ardından kim bir Türk kahvesine hayır diyebilirdi? Evi toparlama işleri bekleyebilir, kahve sonrasında ‘hayda!’ diyerek işe girişilebilirdi... Ama tabii önce bilgisayarı açmak, mailleri, birkaç köşe yazısını okumak mecburiydi. Ardından anlamsızca evin içinde dolaşmak, bütün odalara girip çıkarak “Bu ev benim mi? Şu dolapta ne vardı?” diyerek amaçsız hareketlerin ardından dinlenmek, bir sigara molası vermek kaçınılmazdı.

Hem uzun süredir boş boş oturup uçuşan perdeleri izlememiştim ve çiçeklere su vermezsem yaşamadıklarını artık öğrenmiştim... Onlarca DVD’yi kuzu gibi dizdiğim noktadan alıp önce hangisini izlesem diye sıraladığım sırada yazmam gereken köşe yazılarını, okumam gereken kitapları düşünmem mümkün olamazdı.

Yazın çocuklu halimle daha çok çalışabildiğimi, daha çok kitap okuduğumu fark etmemse ilköğretim haftasının son cuma bayrak törenine denk geldi. Koca bir hafta toplamda 40 saatim boşken ne yaptım diye kendimi sorduğum anda bulduğum yanıt ‘koca bir hiç’se, bunun tek sorumlusu ben miyim yoksa okula giden kızım mı diye düşünmeden edemedim ben de...

İnsan tabii bir avuntuyla dolu oluyor bayrak töreni sırasında; çocukla geçirilecek iki dolu dolu günün ardından böyle böyle yaklaşık 15 yıl boyunca her hafta kırk saat serbest olacağım. E yani insaf, ilk haftayı böyle boş boş geçirdim diye diğerlerinde de mi böyle yapacağım? İnsan hani halinden şikâyetçi olur çocuğu küçükken, “Saçlarımı bile boyatamadım, vizyondaki bütün filmleri kaçırdım, ühüüü” diye bir poz takınır... O poz takınma esnasında da “Ahdım olsun” der, “Okul bir başlasın tüm filmleri izleyeceğim... Oraya da gideceğim, bunu da yapacağım...”

Okullar açılır açılmaz bende bir nevi aptallık hüküm s
Ama işin aslı öyle değilmiş sevgili okur, ben tecrübe ettim, ııh. İnsan meğer çocuğunu öyle kanıksıyormuş ki onsuz boş bir çuvala, bilinçsiz bir koyuna, hafızası olmayan bir balığa dönüveriyormuş. Ben şimdi düşün Allah düşün, evi toparlamak, film izlemek dışında kendime ait maddeleri anımsayamıyorum.

Belki bu yüzden tüm haftayı evde ve sıkıntıyla geçirdim. Ha bir kere sinemaya gittim tabii, ama kızımla ve Garfield’a, hem de okul çıkışı... Bir zamanlar Coca-Cola koleksiyonum için internette avcılık yapardım, çok daha küçükken kibrit, peçete biriktirirdim. Biriktir Allah biriktir bir insandım yani, ama çocuktan önceydi hep bunlar. Çocuk bütün peçeteleri yırtıp kimi kolalar da sıcaktan patlayınca ev biraz evlikten çıkmıştı kabul. Ama yani şu an itibarıyla biriktirmek değil de, birikenleri atmakla vakit harcasam hiç fena olmaz gibi geliyor bana... Hafta bitti, belki gelecek haftaya.

not: bu yazı bugün akşam gazetesi'nde yayınlanmıştır

Cuma, Eylül 12, 2008

iyimserrr

okulun sarı bir tişörtü var, "lacoste" cinsi. bu lacoste da selpak, orkid gibi dile yerleşenlerden:) neyse, ben giysi alışverişinde bir kısa kollu, bir de uzun kollu alayım yeter dedim. haha, pek iyimsermişim. uzun zaten daha giyilmedi de o kısa kollu olan nerdeyse beş kere falan yıkandı.... üstünde her akşam menüyü görmemk mümkün, hımm, bugün bulgur pilavı varmış, ardından dondurma yenmiş... yine kakaolu süt içilmiş...

günlerden cuma. hala yaz gibi. ben ama galiba artık hırka ve çorap giymek, battaniyeyi üzerime çekmek istiyorum...

perdeler yıkandı. görev tamamlandı. ev temiz.

dvdler izlememi bekliyorlar...

haberler bu kadar...

Perşembe, Eylül 11, 2008

blog listesi mevzu

ben bi ara kaldırdım bu yan taraftan blog listelerini. o sıra "bakın şunları okuyorum" demek iyi gelmedi... sonra ama bu iş bana pahalıya patladı. neleri okuduğumu unuttum; blog isimleri ezberimden gitti ve tektük bloga bakar oldum... sonra bir baktım yeni bir aplikasyon hadisesi, başka bloglarda gördüm; yana, şekil 1 A'daki gibi takip ettiğiniz blogları dizdiğinizde kim güncellediyse üste çıkıveriyor ve siz de blog blog gezmek, kim güncellemiş diye bakmak yerine bu hizmet sayesinde bir tık marifetiyle istediğiniz bloga gidiyor ve okuyorsunuz... çok zaman kazandıran bir uygulama yani. açıkçası bu işi ben kendim için yaptım ama eksiklerim var; okuyup da ilave edemediklerim... günbegün ordaki liste artıyor, artacak, ben de rahat rahat kahve molalarında arkadaşlarımın bloglarını okuyacağım... ne neşeli bir durum; bu arada, umar ve denizanası'ndan sonra mutlu kum taneleri de kitabı okuyup yazmış... bayıldım, süper, havalara uçmak için güzel şeyler bunlar.
iyi yahu bu blog dünyası. valla... tanya mesela animasyon filmine gitmiş, oku neşelen... yasemin assos'a gitmiş, oku, gidesin gelsin... vallahi, iyi bir şey...

Salı, Eylül 09, 2008


bu fotoğrafı koymasam olmazdı... dünyanın en güzel tatil arkadaşının nefis bir tatil fotoğrafı çünkü... pek uyumlu, pek şekerdir tatillerde bizim kız. annesi gibi gezmeyi sever; olur olmaz şeyler için tutturmaz, lokantalarda eline battaniye tutuşturur ve yanınızda bir yer yaparsanız, naz etmez uyur. Çarşı pazar gezerken "şunu da al bana" demez, "a ne ilginç" der, beynini fotoğraflarla doldurmayı tercih eder. "yüz hadi" dersin yüzer, "oyna" dersin, gider oynar, gelip başımda durmaz.
tatillerde böyledir ama:) belki hep tatile gitmek lazım bizim fıstıkla...

Pazartesi, Eylül 08, 2008

tamamdır...


okul başladı. elvin iyi. her şey yolunda... sıra benim onlarca dvdyi izlememe, dergilerden fırsat kaldığında sinemaya gitme, kitaplardan sıra kaldığında yazma, yazmaktan vakit kaldığında mesele ayda'yla, nurdan'la buluşma vaktimdir. havalar soğumadan cumhuriyet caddesi'ni turlama, incik boncuk, tava, diş fırçası alarak "yine neler aldım" diye eve dönme vaktimdir. ayrıca tabii evi fazlalıklardan arındırmak, giysileri tasfiye etmek, elvin'in odasına ciddi bir çekidüzen verme vaktidir.

hem sonra mutfakta cam kenarında oturup dışarıya öylece, boş boş bakma vaktidir. o boş boş bakma bende hiç beş dakikayi geçmez, derhal aklıma bir şey gelir kalkar ve yine otururum ama olsun... birçok şeyin vaktidir.

kuzum okulda mutlu olsun, annesi kendi kutsal mekanı, evinde... sonra kuzu gayet toparlanmış bir ev bulsun, gelsin ve mesela yeni bir mantar pano görüp şaşırsın, perdeleri yıkanmış bulsun:))) değil mi ama...

HALİL GÖKHAN'DAN YAZI ATÖLYESİ

Barbuni Yazı Atölyesi Gergedan Kitabevi'nde...

İstanbul’da yaşıyorsanız, yazmayla, kitap yazmakla, yazar olmakla ilgiliyseniz hemen ilk işiniz Gergedan Kitabevi & Barbuni.com işbirliğiyle açılan Yazı Atölyesi'ne başvurmak olsun. Böylelikle ülkemizdeki “yazar sıkıntısını” da gidermiş olursunuz. Bu atölyeye katılan şanslı yazar adayları gerçekten de şanslı olacaklar. Şimdiye değin verilmeyen bütün pratik ve uygulamaya yönelik fırsatlar bu atölyede. Barbuni.com güvencesiyle hem de...


Barbuni.com & Gergedan Kitabevi YAZARLIK ATÖLYESİ başlıyor.

Amacı ve kapsamı çocuk, genç ve yetişkinlere yönelik hobi, amatör ve profesyonel olarak yazı sanatının uygulama alanlarına dönük ortak çalışmalar yapmak olan atölyenin moderatörü, yazar ve editör Halil Gökhan.

Çocuk, genç ve yetişkin olarak 3 ayrı kategoride yürütülecek olan atölye Gergedan Kitabevi’nde gerçekleşecek.

Atölyede teorik ve uygulamalı olarak yazı sanatı geniş bir spektrumda ele alınacak.

Atölye çalışmasına uygun olarak son derece hareketli geçecek bu etkinlikte katılımcılar yerel ve ulusal yarışmalara katılabilecek, eser yayınlatma konusunda danışmanlık alabilecekler.

Barbuni.com dışında, ulusal medya ve kitap yayın kuruluşlarının da duyuru, kaynak ve konuk yazar ağırlama anlamında destekleyeceği bu atölye çalışması sonucunda ortak bir tematik yayın oluşturularak “Barbuni Yazı Atölyesi Yayını” etiketi altında yayınlanıp okurlara sunulacak.

Atölye katılımcıları çeşitli kültür merkezi ve kuruluşlarda halka açık olarak okuma, söyleşi, panel ve forumlar düzenleyecek. Dilerlerse Barbuni.com’a ve Gergedan Kitabevi’nin süreli yayınlarına katılabilecekler.

Atölyelere ünlü yazar ve sanatçılar konuk olarak katılacaklar.


Takvim ve başvuru bilgileri
Eylül-Aralık 2008 (Cuma-Cumartesi-Pazar)
30 Eylül 2008 son başvuru tarihi
Başvurular:
halilgokhan@copiae.net



Halil Gökhan, 1967 yılında Tarsus'ta doğdu.
NASIL YAZIYORLAR? başlığını taşıyan, 50 çağdaş Türk yazarıyla söyleşi, bilgi ve belgeleri içeren bir kitap yayına hazırlıyor. Ayrıca yazı tarihi ve teknolojileri üzerine denemelerinin yer aldığı “Yazının Hyper Derecesi” adlı kitabı çok yakında yayımlanıyor.
Türk yazarlarına danışmanlık, menejerlik ve yayın danışmanlığı veren, yabancı yayın hakları üzerine çalışmalar yürüten COPIAE ajansının kurucusu ve sahibi. 2007’de son zamanlarda en çok sözü edilen kültür ve sanat web sitesi barbuni.com’u kurdu ve halen yönetiyor.
İlk yapıtı 1989’da Varlık dergisinde yayımlandı. Yazı ve çevirileriyle sanat basınında uzun dönem yer aldı. Roman, öykü ve şiir kitapları çevirdi. İlk kitap çevirisi Enstantaneler (Alain-Robbe Grillet) 1990’da yayımlandı. İlk romanı Yedinci 1999’da çıktı. 2004'te Konuşan Kadın, 2006'da ise Yeni Sevgili romanları çıktı. Abdi İpekçi, Orhon Murat Arıburnu, Altın Koza, Yaşar Nabi Nayır yarışmalarında öykü, film hikayesi ve şiir dallarında ödüller kazandı. 2000 yılında Türkolog Timour Muhidine ile birlikte hazırladıkları Türk Edebiyatında Paris adlı kitap aynı yıl Fransızca'da çıktı. (Paristanbul, Esprit des peninsules, 2000, Paris.) Modern ve çağdaş Fransız şiiri antolojileri hazırladı. Çeşitli otomobil dergilerinde bir bütün olarak yazdığı denemelerini Otomobil adlı kitabında bir araya getirdi. (2005, Dost Kitabevi Yayınları) 2002’den bu yana Le Monde diplomatique’in Türkiye temsilcisi ve editörü. 2000’den bu yana serbest ve bağımsız bir yazar olarak yaşıyor, çalışıyor. Editörlük, yayın-basın danışmanlığı, yayın hakları, iletişim gibi alanlarda çalışmalarını sürdürüyor.

Pazartesi, Eylül 01, 2008

kıskandım:)

defneyle yaşamak'taki defdef fotolarını kıskandım; işte elvin fotoları. yaz hatırası... mavi dil bir doğum günü pastası hatırası. salıncaktaki üzgün hal eve gidecek olmaktan... oysa yedi saattir havuz kenarında... ve en alttaki neşeli foto yine ege'nin doğum gününden...




kitapla ilgili...

sabah gazatesi'nde dün kitapla ilgli bir haber çıktı. daha doğrusu on maddeyi özet geçip, geri kalan maddeleri de bir bir sıralamışlar... bu haber bugün birçok internet sitesine girdi. haber 7 okuyucular yorum üstüne yorum yazmışlar; aşağıda okuyabilirsiniz...
40 bahanebence 40 tane madde olsun diye eften püften şeyler var.Ne o öyle sen hayat verdin, bi kere Allah veriyor hayatı Allah istemese olabilir mi çocuk?Bazı maddeleri tamam doğru güzel ama bazıları da çok saçma...Mimiga tarafından 2008-08-31 22:04:41 tarihinde yazılmış

DuygusuzÇocuk sevgisini anlatırken kullandığı kelimelere ve ifadelere bak. Yok sen tanrısın, reenkarnasyocusun... Locke'un boş levhasından bahsediyorsa onun adı tabular asa değil tabula rasa'dır. Uyduktan sonra herhangi birinin uykusunun bölünmesinden ve bundan da hoşlanacağından emin değilim. Termoslu biberon aldım. Yeğenim bizde kaldığında uyumadan önce hazırlıyorum. Gece kımıldadığı anda ağzına tıkıyorum. İkimizin de uykusu hiç bölünmüyor:)sumeyra Asd tarafından 2008-08-31 21:30:27 tarihinde yazılmış

Bu nekadar gereksiz bir haber olmus. Haberde sayilmis olan maddelerden bir tanesi bile mantikli degil... Bu sebeblerden dolayi degil, Allah rizasi ve peygamber sünneti oldugu icin cocuk sahibi olunmasi gerek...doğrucu davut tarafından 2008-08-31 18:54:18 tarihinde yazılmış

resulullah s.a.v efendimize kulak verin.''diğer peygamberler arasında ümmetimin çokluğu ile övüneceğim''sadece bu hadis'i şerif bile çocuk sahibi olmayı istemek için artar bile.elbette bakabileceğin,dünyevi ve uhrevi ilimleri öğretebileceğin kadar çocuk yapmak gerekir.çocuk sevgisi,insana merhametli olmayı öğretir.3 yaşındaki kıvırcık güzeli kızım her akşam beni kapıda karşılar,sarılır.dünyada bundan büyük mutluluk olmasa gerek.ahlaklı ve imanlı yetişen çocuk,mahşerde ana-babaya can simidi olur,tersi ise cehennem ateşine vesile olur..............rota rotabin tarafından 2008-08-31 18:52:47 tarihinde yazılmış

daha dikkatli habercilik istiyoruzBence bu haberi buraya koyan arkadaş okumadan koymuş.Çünkü aksini düşündüğümde daha vahim bir tablo ortaya çıkacağından bu şekilde düşünmek istiyorum.Kuzum şu 5.maddedeki Sen Tanrısın da ne oluyor Allah aşkına.Biraz daha dikkat derim lütfen haberleri yayınlamadan önce hiç değildse şöyle bir içeriğine göz atın.elif altay tarafından 2008-08-31 14:05:01 tarihinde yazılmış

41 O'nun verdiği 'emanet'e güzel bakabilmek için,bir amel-i salih,bir sadaka-i cariye bırakabilmek için,yarın Rabbim ne getirdin dediginde rızana uygun evlat yetiştirdim diyebilmek için...çocuk sahibi olmak...YARAB! bizi Hanne misal evladını adayanlardan vede Zekeriya misal senin yetiştirdigin çiçege bahçivan olanlardan eyle...Eşrefoğlu tarafından 2008-08-31 13:32:26 tarihinde yazılmış

Sayın Uğur aslan bir proğramında şöyle demişti. '' Cennetle dünyayı kıyaslamak imkansız olur. Şayet kıyaslıyacak olursak - KİŞİNİN DÜNYADAKİ CENNETİ, ÇOCUĞUYLA OLDUĞU VAKİTTİR -'' (Hele birde 6 aylıkla - 7 yaş aralığındaysa Herkesi Sayın Başbakanımıza kulak vermeye davet ediyorum)lich azalin tarafından 2008-08-31 12:49:45 tarihinde yazılmış

demek tanrı olmak istiyoruz ve reerkarnasyona inanıyoruz. peygamberimizin sünnetine uymak için diye bir seçenek göremedim.

okul açıldı

evet okul başladı
uzun uzun yazacağım
ama bugün çok yorgunum; darısı tüm çocukların başına...