Çarşamba, Temmuz 25, 2007

A-Ha - Forever Not Yours

ben günde sekiz kere falan dinliyorum... siz de dinleyin diye...

bakın bu elvin, bakın bu nurdan


en can dost ile canımın içi çocuk. daha ne olsun. dünyanın en güzel fotoğrafı benim için.
daha ne olsun...

Pazar, Temmuz 15, 2007

zak

ağabeyim çevirdi diye demiyorum.. mutlaka lazım her kütüphaneye... yaşınız kaç olursa olsun...

Zak adlı çocuk
Zak, bazı açılardan Harry Potter'dan bile yetenekli bir çocuk. Öyküsü sakin, huzurlu ve çocuksu. Ne devasa yılanlarla savaşıyor ne de şeytani ruhlarla...


Günümüz çocuklarını düşünüyorum da, neyin çocuklara göre olduğu neyin olmadığı ayrımını yapmak kolay değil. Bilgisayar oyunlarının, televizyondaki çizgi filmlerin, sinemalardan takip ettiğimiz animasyonların içerdiği şiddet ve cinsellik bazen gece yarısı filmlerini aratmıyor. Belki bu durumun, çocukların hayata çabuk alışması gibi faydaları vardır, ama minik okurların masumiyetlerini bir süre daha korumalarını, kısa bir dönem de olsa çocuk kalabilmelerini önemsiyorsak, onlara aldığımız kitaplarda biraz seçici davranmamız fena olmaz. Kitapların çocukları bir filmden ya da oyundan daha fazla etkilediği, kitap okurken kendilerini bizzat olayların içinde hissettikleri biliniyor.
Zak, artık az rastlanan bir masumiyete sahip, sevimli bir kitap. Daha ilk gününden sıra dışı yetenekleri olduğu anlaşılan bir çocuğun mütevazı ama sürükleyici öyküsünü anlatıyor bizlere. Kitaba kahramanımız annesinin karnındayken başlıyoruz, dış dünyayı onun gözlerinden görüyor ve 'içeride' yaşadıklarına tanık oluyoruz. Zak'in hayatı boyunca önce kendisini sonra da diğer insanları bol bol şaşırtacağı, doğum günü geldiğinde annesinin karnından uçarak çıkmasından belli oluyor. Zaten bundan sonra da ayakları pek yere basmıyor. Ailesi onu bu haliyle benimsiyor ve diğer insanları korkutmaması için ister istemez sosyal hayattan uzak tutuyorlar. Ta ki Zak yeteneklerini bilinçli kullanabilecek ve kontrol edebilecek yaşa gelene kadar. Zak'ın hayatı, denizci babasının ailecek bir ada tatili ayarlamasıyla renkleniyor, gittikleri küçük ve neredeyse ıssız adada, kendisine yeni dostlar ediniyor ve türlü maceralar yaşıyor. Hayvanlarla özel bir yöntemle konuşabilen minik kahramanımız, onlardan doğanın dengesini koruyan ağı, bu ağa insanların verdiği zararları ve adada yaşayan, korkutucu ama iyi niyetli kâbus canavarının sırrını öğreniyor. Zaman geçtikçe, kendisinin dünyadaki tek özel çocuk olmadığını, ona benzeyen başka insanlar da olduğunu kavrıyor ve onun gibi uçamasa da, insanların düşüncelerini okuyabilen sevimli Leah'la dost oluyor. İki kafadar birlikte bilgisayar oyunlarıyla kafayı bozmuş Sam'in eğlence niyetine hayvanlara tuzak kurmasını önlemeye çalışıyorlar. Zak, Leah ile yaşadıklarından sonra, doğa ve hayvanlar kadar insanlarla vakit geçirmenin de keyifli olabileceğini anlıyor.

Anne babalara da önerilir
Zak, bazı açılardan Harry Potter'dan bile yetenekli bir çocuk. Ama öyküsü sakin, huzurlu ve çocuksu. Ne devasa yılanlarla savaşıyor ne şeytani ruhlarla, dünyayı bilmem kaçıncı kere de kurtarıyor. Gene de Bridget Belgrave ortaya sürükleyici bir öykü çıkarmayı başarmış. Bunun nedeni yazarın öyküyü merakı ayakta tutacak şekilde kurgulaması ve anlatması, sıradan olayların bile çocukların algısında ne kadar heyecan verici olabileceğini bize hissettirmesi. Cümlelerin kısa olması, sevimli vurgular içermesi ve akıcılığı, küçük okurların olayları rahatça takip edebilmesi için yerinde bir tercih. Yasa Emre Arar da kitabı çevirirken buna gereken özeni göstermiş.
Zak, başından sonuna kadar kahramanın ağzından anlatılıyor, bu sayede olaylara onun gözünden bakıyor, bir çocuğun iç dünyasını yakından gözlüyor, dünyaya dair yaptığı her keşfin onu şaşkınlıktan şaşkınlığa sürüklemesine tanık oluyoruz. Yazarın çocuklarla kurduğu empati etkileyici, diğer pek çok ünlü süper-afacana göre daha canlı, daha gerçek bir çocuk Zak.
Ben bu kitabı minik okurlar kadar anne babalara da öneriyorum. Kendilerini çocuklarının yerine koyup, ummadıkları kadar keyif alabilirler.

Barış Mistecenaplıoğlu/ Radikal

ZAK
Bridget Belgrave, Çeviren: Yasa Emre Arar, Yerdeniz Yayınları, 2006, 155 sayfa, 12 YTL.

Çarşamba, Temmuz 11, 2007

okula gitmeyeceğim

sabah yine okula gitmeyeceğim çığlıklarıyla kalkılıyor. akşam vicdan azabı duyan kadın çocuğunu almaya okula en erken giden anne oluyor. çocuk pürneşe film izlemekte arkadaşlarıyla. sinema tadında bir oturum söz konusu. okul serin, dışarısı cehennem. çocuk, "anne niye erken geldin, ben daha film izliyorum..." diyor. anne dışarı çıkıp bir çay bir sigara içiyor, telefonunu karıştırıyor, uzun zamandır aramadığı birini arıyor mesela, çocuk geliyor. çocukla anne eve gidiyor. sabah aynı terane yeniden yaşanıyor. çocuk "ben hiçbir zaman okula gitmek istemiyorum" diyor, anne "daha ilkokul, ortaokul, lise var, üniversitesi, masterı var." diyor. "yani" diyor çocuk, "kaç yıl okul var?", "17 yıl falan diyor anne" içi burularak... "peki" diyor çocuk, "hastalanınca noluyor?", "valla hasta masta gidiliyor okula, anaokulu gibi değil" diyor anne. "ya bayılırsam" diyor çocuk, "eh o zaman evde olabilirsin bir güncük" diyor acımasız anne...
"peki" diyor çocuk, "okul bitince?"
Okul bitince iş var diyor anne, çalışacaksın...
"o zaman beraber çalışabilir miyiz anne?" diyor çocuk, "hem böylelikle bütün gün beraber olmuş oluruz..."
"Tabii" diyor anne, okşuyor çocuğunun yanağını, ağlasa yeridir yani...
"Hem" diyor çocuk, "o zaman ben de kendi bilgisayarıma senin fotoğrafını koyarım..."
ağlasam yeridir...
bir gidip ağlayayım...

Pazar, Temmuz 08, 2007

temmuz postu

yaz rehaveti değil aslında. aksine felaket bir koşuşturmaca içinde geçiyor günler, yazlık ev ve kışlık arasında mekik hali yani.

"anne nerede benim benek kedim?" sorusuna yanıt vermek zor olabiliyor, genelde aradığı şeyler elvin'in, öteki evde unutulmuş oluyor çünkü.

sonra birkaç gün yazlığın ardından (kolluk tak ve çıkar), bu evde işler birikiyor. akşam yazıları, bursa kent yazıları, akşam kitap eki ve brunch yazıları ve evet yeniden anneyiz biz yazıları.

bunların üstüne şimdi editörlüğünü yaptığım bir derginin bir sürü işi. çok ama çok işi... bilmem nasıl yetişecek her şey, yazlığa gittikçe sekteye uğruyorum, buraya gelince adapte olmak için çaba harcıyorum... yine de tanrıya şükürler, işim yazmak, sahiden öyle...

ha bu arada, bryan ferry konserine gittim gülben'le. bir içim su idi sesi, bir içim su idi ferry, iyi ki gitmişim...