Cumartesi, Mayıs 30, 2009


1 Kadın 1 Erkek - The best video clips are here

Çarşamba, Mayıs 27, 2009

bugün mutlu geldi, mutlu oldum



nurdan benim canımdır; on yıldır falan. enerji depomdur. kendimi kötü hissedersem bana iyi gelen ilaçtır. kimi zaman o da enerji yumağı gibi olmaz, o zamanlarda zaten hiç aramaz. ama çoğunlukla bıcır bıcırdır, çocuk gibi.

birkaç hafta oluyordu görüşmeyeli. dün msn'de, "yarın mutlu tönbekici geliyor, röportajım var" dedi, "aaa" dedim, "mutlu geliyor demek!!! hemen geliyorum."

mutlu ile lise arkadaşıyız. ama o günden sonra (20 yıl!!!) hiç karşılıklı görüşmedik, msn, mail, telefonla haberleştik, o da meslektaş olmamız sebebiyle kurduğumuzu diyaloğu ilerletmekten. iyi oldu tabii kontak halinde olmak. mutlu tönbekici benim medya aleminde okumayı en çok sevdiğim yazarlardan. dilini, sözünü, anlattıklarını her zaman sevdiğim biri. tuğçe baran değil de mutlu tönbekici olmasını, artık sadece mutlu olmasını da ayrıca seviyorum.

mutlu son küçük oteller kitabı'nı da çıkardı bu arada. pek yeni. bugün görüşünce hemen istedim bir tane:)) geçen seneki de harikaydı, mutlu'nun diliyle, hayallere kapılmanıza yol açan, gitmesiniz de sizi gezdiren bir dil.

bu senekini de okur okumaz size yazacağım.

velhasıl mutlu geldi, mutlu oldum ben. nurdan da vardı ya değmeyin keyfime.

mutlu yola çıktı, başka bir yere, başka bir otele.
biz diğer faniler tabii, evlerimize döndük:)))

Salı, Mayıs 26, 2009

hamdi koççç, adamımmmm


ırmak zileli radikal'de şöyle yazmış; (hatta okumayın kitabı okumadan, zira bütün kitabı anlatmış, sonuna kadar). demiş ki, bir erkek fantazisi, başka bir şey değil...

katılıyor muyum? hayır. yani, olay bundan ibaret değil. hem daha dün çıkmış kitap hakkında bir tanıtım yazısı yazarken en başından en sonuna kadar konusu anlatılır mı? nerede kaldı heyecan? yani bu yazıyı okuyup kitabı alan yandı, her şeyi bilerek okumak? hele de bir hamdi koç kitabını böyle okumak?

bloggerlar bilir benim hamdi koç takıntımı. bir eski kocanın öğleden sonrası elbette hemen alınıp okundu, tabii şuna üzüldü bu blogun yazarı, yahu bitti kitap, kim blir bir daha ne zaman okuyacağız yeni bir hamdi koç kitabı, değil mi ama?

kitaba gelince... murat'ı sevmek imkansız evet ama kim diyor sevmek zorunda olduğumuzu? murak eski karısını yolda bir adamla görüp deliriyor evet, yok mu böyle adamlar? bu ülkede daha beterleri de var, çekip vuranı, vurduranı. ha murat da o niyette, karısı boşansa da onun malı, kendisi ama her haltı yiyecek.

yok mu bu tür adamlar? var. varlar da ancak hamdi koç gibi yazarlar bu kadar iyi dillendirebiliyor onları.

kitap iyi. en şahane hamdi koç kitabı olmasa da yine de her şey harika. tamam kitap tanıtım yazısı böyle olmaz ama, ırmak zileli'nin yaptığı gibi de olmaz.

hadi bakalım, alalım, sevelim. yazın şezlongların yanına dizelim. listeler hazır değil mi? ekledik mi hamdi koç'u? tamamdır...

Pazartesi, Mayıs 25, 2009

Perşembe, Mayıs 21, 2009

iyi ki doğmuş kuzu:)



iki gün tatildi tamam. hannah montana filmine gidildi, oyunlar oynandı, kurtlar döküldü. sonra bu sabah okula gidildi. çocuğun ardından günün ilk çayı içilirken okuldan telefon geldi, bir haftadır kullandığı ilaçlar demek hala tam etkili olamamıştı ki kulağı ağrıyordu.

çocuk on dakikada okuldan alındı. yarınki doktor kontrolü bugüne çekilip doktora gidildi. doktor yeni ilaçlar yazdığı sırada ağrıdan eser yoktu; amma velakin çocuk haklıydı tabii, kulak hala kızarıktı. en çok, bir hafta daha dondurma yiyemeyeceğine bozuldu çocuk.

anne kıyamadı, götürmedi okula. ama evde pc başında çok iş vardı. çocuk, eli mahkum, kendini iki dvd'ye, sonra çizdiği resimlerine verdi. akşam oldu.

anne yarın da göndermiyor çocuğu okula. niye?

doğum günü kuzunun. sekiz oluyor yarın.

anne sekiz sene önce bu geceyi hatırlıyor. bir belgesel izliyordu, belgesel izlemeyi sevdiğinden değil, öylesine kanepeye kurulmuş, zaman öldürüyordu. zaman öldürülecek bir an değildi oysa, gece onbir buçuktu. uyumak lazımdı. ama uyumuyordu kadın, işte bodrum'u anlatan bir belgesel izliyordu. belki tatil özlediğinden. birden su geldi.

on iki saat bebeğini bekledi kadın. kolay olmadı. sekiz sene önce yarın öğlene doğru geldi bebek.

çabuk mu geçti zaman?

iyi ki var mı kuzu?evet, iyi ki var...

Salı, Mayıs 19, 2009

hande altaylı'dan yeni kitap


doğrusu ilk kitabı da sevmiştim ben. tamam öyle aman aman bir şey yoktu içinde ama iyi bir "şezlong" kitabıydı. maraz da öyle. hande altaylı hali vakti yerinde birtakım insanların iç dünyalarını anlatmayı seviyor. hali vakti yerinde diyorum zira karakterlerin parayla işi yok, yani kitaplarda paranın esamesi okunmuyor, doğal olarak parası olan bir kesimin para haricindeki diğer dertlerini dillendiriyor Altaylı diyelim.

bunda bir sakınca var mı? yok.

kimi eleştirmenlere göre mesela büyük bir derttir bu, böylesi kitapları sırf içinde sosyal mesajlar yok, parasal dertler yok diye küçümsediklerini, adamdan ve de kitaptan saymadıklarını biliyorum. peki ama yok mu böylesi insanlar hayatta? altaylı karakterleri gibi bir cenazeden çıkıp kendilerini nişantaşı kafelerine atanlar yok mu? e var... peki birilerinin de onları anlatmasında bir sakınca var mı? yok!

hande altaylı'nın bir de ciddi başarısı var; ironik bir dili var. ağlanacak şeye gülümseten, gülümsenecek şeye acı acı acı bakmanızı sağlayan bir dil. karakterleri kanlı canlı üstelik, "yuh, hayatta yoktur böyle bir kadın/ adam" dedirtmiyor, öylesi iyi çiziyor karakterleri. biraz insan sarrafı bir insan demek gerekir ona, karakter tahlilleri büyük olasılıkla hayatta pek kuvvetli olan ve bunu yazmayı da becerebilen bir insan.

kahramanı sevdim ben. kitabı da. tek ama tek bir şeye takıldım; 35 yaşında olmasına karşın kendini "yaşlı" addetmesini, örneğin bara falan gidemeyecek yaşta olduğunu ikide bir dillendirmesi ve efendim 28 yaşındaki bir adamdan hoşlanıp ısrarla benden çok küçüksün, sen çocuksun" demesini. yahu neresi çocuk 28 yaşındaki insanın ve yahu sevgili akıllı, hoş Hande Altaylı (biliyorum, aynı yaştayız), neremiz yaşlı bizim? Aaaaaa!

alın kitabı. sevin....

Pazar, Mayıs 17, 2009

Çarşamba, Mayıs 13, 2009

ooo!!!

SüperTeklif 2'inci Yaşına, 1.360.000 Üye ile girmiş... ne yüz bini...

e bu da yeni işimiz

bayağı kazançlı bir şey.
süperteklife tıkayıp üye olun; yapacağımız şey e-mail adreslerimize gelen mailleri okumak/ anket soruları cevaplamak. zor değil. vakit alan işler hiç değil... yüz bin üye yanılıyor olamaz:))))) hadi bakalım...

çıplak erkekler



Çıplak Erkekler, bir ilk roman. Amanda Filippachi, Colombia Yazarlık Programı öğrencisiyken, 1993 yılında, henüz 25 yaşında, bilimsel bir tez olarak yazmış bu kitabı. Çıplak Erkekler, sürrealist bir roman. Sevenleri elbette çıkacaktır bu tarzın, biraz Murathan Mungan’ın Yüksek Topuklar’ı gibi hatta. Orada beş yaşında olan ve “ her şeyi bilen” küçük bir kız vardı anımsarsanız, roman boyunca beni çıldırtmayı mesela, cidden başarmıştı. Biraz Perihan Mağden’in Refakatçisi’ni de aynı hisle okumuştum... Bu iki kitabı birden çağrıştıran Çıplak Erkekler, açıkçası bana en çok 25 yaşında yazılmış olmasıyla dikkat çekici geldi. 25 yaşındaki bir insanın aklından neler geçebilir, bunları nasıl bir romana dönüştürür, biraz da o gözle okudum kitabı.


Jeremy, kahramanımız 29 yaşında. Şişman değil evet, bundan mutlu ama, tuhaf bir bedeni var. Üstelik bu tuhaf bedenin altında büyüyememiş ve hatta olgunlaşamamış bir de ruh barındırıyor. İşinde istediği yere bir türlü gelemiyor, kız arkadaşıyla bitmek bilmeyen sorunları var ve pislik içinde yaşıyor. Kimsenin dikkat etmediği, daha doğrusu dikkatini verecek kadar değerli bulmadığı Jeremy, bir gün öğle yemeği için bir kafede otururken, kadın bir ressamdan bir teklif alıyor. Çıplak poz verecek!
Jeremy’nin kendine saygı duymasına, derken de “neyimi beğenip de beni resmedecek?” demesine varan bu süreçte çocuksu bir mantıkla, ressamın kendisin âşık olmasını isteme hayali birbirine karışıyor. Üstelik 30 yaşındaki güzel ressam Lady Henrietta’nın (bu ismi almış çünkü Dorian Gray’in Portresi’ndeki lordun dişi hali olarak görüyor kendini!) on bir yaşındaki kızı Sara tam bir küçük kadın. Jeremy’nin aksine, küçük bir bedende kocaman ve seksi bir kadının ruhunu taşıyan Sara ile Jeremy’nin ilişkisi, gerçek olamayacak kadar saçma olduğundan beni bunaltsa da, evet okur, bu ironik ve aynı zamanda dediğim gibi bir sürrealist roman. Yazar, tezatlar üzerine kurmuş romanını. Bu iyi bir fikir gibi...


Ancak çocuk bedeninde bir kadın fikri, hayır, beni hiç cezbetmiyor... Yine de siz, hem bir ilk roman avcısı iseniz, veyahut sürrealist bir şeyler arıyorsanız, onlarca dile çevrilen, hayli yankı uyandıran bu romanı kaçırmayın derim ben... (Çıplak Erkekler, Çeviren: Ülker İnce, 2002)

Bir başka kadın yazar “cesur” diye niteleyebileceğimiz biri. Faslı yazar Nedjma (takma isim kullanıyor) Badem isimli kitabıyla übizde de uzun bir süre listelerde kalmayı başarmıştı. “Erişkinler için anı roman” olarak nitelenen kitap poşet içinde satılıyor... Kitabın yirmiye yakın dile çevrilmesinin en büyük nedeni herhalde Arap dünyasında yaşayan kadınlardan en azından birine ait sır perdesinin aralanmış olması...

Daha küçücükken elbette zorla ve kendinden yaşlarca büyük bir adamla sırf mevkii için evlendirilmiş Badra. Bir yandan bu evliliğin ardından yaşadıklarını, kaçışını, teyzesine sığınışını, diğer yandan evliliğinde yaşadıklarını, cinsel deneyimlerini okura aktarıyor. Teyzesine sığınarak yazgısını değiştirebilen şanslı bir kadın aslında. Üstelik bir aşka da tutuluyor sonra, onu yıllarca esir alan, kendini, cinselliğini keşfetmesini sağlayan bu aşkı ince detaylarla, olduğu gibi okura aktarıyor.

Kimi okur bunca aralanmış, bunca apaçık bir anlatımdan rahatsız olabilecektir ancak cinselliğin de hayata ait ayrılmaz bir parça olan gören, kabul edenler mutlaka bu açıklığa takılmayıp edebi bir tat alacaklardır romandan.
Badem erotik bir roman değil, anlatım böyle bile olsa. Badem, kadınlığın keşfinin romanı. Sağlam bir olay örgüsü ile, hiç sıkmayan flash-backlerle, “acaba şimdi ne olacak?” dedirten bir roman. L’Express, “gerçek bir yazarın doğuşunu müjdeliyor.” demiş kitapla ilgili yorumunda. Baskının kol gezdiği bir ortamda bir kadın ne hisseder, ne düşünür görmek, okumak ilginç bir deneyim. Şimdiye kadar okumadıysanız bence şimdi tam zamanı... (Badem, Nedjma, Erko Yayıncılık)

Salı, Mayıs 12, 2009

dümtek


bu hadise'den bana gına geleli çok oluyor. ama eurovision dendi mi dayanamam...çocukken izlemekle kalmaz, videoya kaydeder, yaklaşık elli kere daha izlerdim. her bir şarkıyı ezberlerdim.

dümtek'i izlemek değil ama eurovision'a takılmak ne şahane. yarı finaller ve sonra finalll. yaşasınnnnn.

dünya wireless olsun

şu satırları size deniz kenarından yazıyorum. wireless bir kafeden. hava nihayet güzel, nihayet yaz. wireless cafelerde çay, tost, hamburger var, daha ne olsun. niye evde oturayım değil mi ama?

Cuma, Mayıs 08, 2009

bi de bu çıktı...


markafoni iyi evet; süreli ve davet mantığıyla işleyen alışverişte tek siteydi. anlaşılan işler iyi gitti ki ve birileri de bunu gördü ki artık limango adında yeni bir yavrumuz var. sistem tamamen aynı; guess gözlükleri görünce hemen daldım, zira markafoni'de çok beğendiğim bir model ben karar veremeden tükenmişti. ama ııh, buradakiler de bitmiş. daha önce markafoni'de satışı olan markalar var ama mesela şu anda arzu kaprol de alınabiliyor, markafoni'de onu hatırlamıyorum.

dediğim gibi sevdiyseniz bu markafoni işini, limango'ya da bir şans verebilirsiniz. sistem yine aynı, beni referans gösterin (ecearar at gmail.com) , sonra üye olun, arkadaşlarını sizi referans göstersin, bütün ilk alışverişlerden markafoni'de olduğu gibi hesabınıza 10 lira yatsın. mantıklı, güzel, eğlenceli, heyecanlı. ama 65 liraya giden guess gözlüklerin arkasından ağlamayın, çabuk davranın, ühüüüüü

Perşembe, Mayıs 07, 2009

küçük şeyler


skyfm arka planda hafif hafif çalınca şahane oluyor, evde oradan oraya koştururken de, çalışırken de... tavsiye ediyorum:)

ne iş ne iş, bu aralar ne işlerle iştigal ediyorsun diyenlere bir ilan gönderiyorum. gelirseniz bekleriz.

tanyatino diyetle kilo verdi ama ben ııh, diyet listelerine uyamıyorum. bu birkaç kilo gitmezse de çıldıracağım vallahi. şişman olan beynimiz mi yani, nedir, bir kitap var şimdi, okuyan var mı? zannedersem kendimizi ince görürsek inceliriz mantığında bir şey. olmaz öyle şey hehe

şıkkkk bir laptop çantası istiyorum.

tatil istiyorum.

görüşürüz.

Salı, Mayıs 05, 2009

umudum bu terlikte:)))



markafoni'ye fitfloplar geldi. pekkkk şahane. şıklar ama olay bu değil. acayip rahatlar ama olay bu da değil. fitfloplar kas çalıştırıp inceltiyor. var mı böyle bir şey? tam benim gibi tembellere göre.

"Geçtiğimiz yıl İngiltere’de tasarlanan Fitflop’lar kısa sürede dünyayı sardılar. Kısacası geçen senenin Crocs’ları bu yazın Fitflop’ları.

İngiliz Fitflop’ların herhangi bir parmak arasından farkı var. Çünkü her adımda bacak kaslarını daha fazla çalıştırmayı ve vücudu şekle sokmayı vaat ediyor. Tabanındaki farklılık saatlerce tabanda ağrı yapmadan yürümeyi kolaylaştırıyor."


ve de fiyatlar markafoni'de yarı yarıya. 129 liralık terlik mesela 59 lira. hemen ısmarlandı! hemen alalım, incelelim, fit olalım. zira çabuk tükeniyor ürünler. ve de efendim, bir daha hatırlatayım, üye olmak davetiye ile ya da referans sistemiyle. beni referans gösterebilirsiniz.

imza: markafoni elçisi hehehe

Pazar, Mayıs 03, 2009

mayıs keyfi

aaaa yazdım kayboldu, tühhhhh

mayıs güzeldir diyerek keseyim bari.

çok güzeldir, çok.