Cuma, Aralık 29, 2006

hoş geldin yeni yıl

bak sahiden bekliyordum seni bu sefer. hararetle. hani şu arkadaşın 06 var ya, bir tuhaftı. benden duymuş olma, beni tepetaklak etmeyi başardı. şuydu, buydu derken bir aşağı çekti, bir yukarı. haşin davrandı. ittirdi, kaktırdı. birden de havalara sıçrattı.

işim açısından iyi davrandı ama sağolsun, bana ulusal gazeteleri açtı, beni dergilere falan yolladı, bana bir sürü kitap gönerdi. o açıdan kızgın değilim kendisine, hatta müteşekkirim ama bak beni duygusal anlamda hayli hırpaladı.

ne diyeyim ben şimdi ona? git diyorum, hadi git, bütün yıl oyaladın beni, güle güle git diğer kardeşlerinin yanına, orada kal ama, geri dönme, dönemezsin zaten:)

07 sana gelince, bak ümitle bekliyorum seni, baharı bekler gibi bekliyorum, sen kardeşinden daha iyisin gibi geliyor bana, ittirip kaktırmazsın seni ben, öyle hissediyorum. şükürler olsun, geliyorsun, nereden baksak 48 saat falan kaldı, oh yani, böyle mi beklenir bir şey?

bekliyorum işte. gel bakayım, kurul şöyle bir berjere, anlatayım sana şimdiden. Bak neler neler istiyorum senden... sen dinle beni usulca, hepsini gerçekleştirmesen de hayallerimin, bir iki kıyak yaparsın artık.

hoş geldin..

Çarşamba, Aralık 27, 2006

aa

ne çok geçmiş üzerinden yazmayalı. bak ece, bu bir blog. hani diyorlar ya, bebek gibi bakacaksın..
aa,olmaz vallahi. meşgulüm, işim var.
bugün dönerken mudanya'dan, ipod'umu taktım kulağıma. erasure "love to hate you" dedi birdenbire. eve geldim sonra, nasıl soğuk bir hava. bugünü size de anlatmak isterdim, yani ne hissettiğimi... ama olmaz. bu da bende kalsın.

Cuma, Aralık 15, 2006

bak sabah olmuş

  aldım gazetemi kapıdan, çayımı içtim, baktım her sayfasına. üstüne bir sigara. derken açtım moleskine'imini, yazdım iki satır.
gün başladı işte. Posted by Picasa

Cumartesi, Aralık 09, 2006

dökülüyorum


tel tel.. ne yorgunluk ama.

elvin iyi neyse ki, bu durumda dökülen taraf olmak umurumda değil. dışarıda kış güneşi, biz iki ev kuşu. salona götürüyor bütün oyuncakları elvin, akşam şenlik alanı gibi oluyor etraf, yatmadan önce de toplama takati hiç olmuyor bende. hani bazı anneler "salonda oyun oynanmaz yavrucum"durlar ya, ben onlardan biri olamadım hiç. ben her odada her şeyi yapıyorsam çocuk niye yapmasın? salonda kilden hamurlar, mutfakta kitap okuma, yatak odasında laptop karıştırmaca mesela.

o yüzden karışık bir evimiz var. bir yandan alıyor, bir yandan atıyoruz. öyle de tüketiyoruz her şeyi, hayatı. büyüyor elvin, ne zaman ilgi duyacak koleksiyon işine diyordum hep, benim çocukluğum yarısı koleksiyon parçalarımı dizme, dağıtma, tekrar dizme, birileriyle değiş tokuş yapma şeklinde geçmişti çünkü. çocukluktan kalma silgilerim vardı, bir ara başladık elvin'le yine silgi almaya, eskilerin üzerine yığmaya, sevindi falan her seferinde ama düne dek çılgınca ilgilenmemişti onlarla. dünden beri bir merak bir merak...

"koleksonum" diyor da başka bir şey demiyor. cam önüne diziyor silgileri -tabii yine salonda-, sonra topluyor, derken birbirlerine benzeyenleri ayırıyor, küçükleri kaldırıyor sepete, büyükleri yeniden diziyor falan. inanılmaz. çocuklar sahiden de her şeyi -zamanı gelince- yapıyorlar, öncesi, sonrası yok bunun. demek koleksiyonla ilgilenme yaşı 4.5.
keşke hepsinin not alsaymışım...
not: fotoğraf da yeni başladığımız melek koleksiyonundan... heniz beş meleğimiz var.

günün şarkısı: peter gabriel ve kate bush'tan don't give up.

Salı, Aralık 05, 2006

hastayım hasta...

  Posted by Picasa

hay allah


ya birtakım insanlar var, çocukları için doğumgünü yapmaya üşenmiyorlar, sıkılmıyorlar falan. hadi bunu anladım, ben de her yıl azalan bir konuk oranıyla hala ve hala doğumgünü vesvesesinin içindeyim. ama birtakım insanlar doğumgününe davet ettikleri çocuklar için goody bag'ler hazırlıyorlar (ıvır zıvır torbaları), bunu da anladım diyelim, ben de gelen çocuklara bir iki şey veririm genelde. ama birtakım insanlar var ki gelen çocuklara goody bag hazırlama işini abartarak şekil bir a'da gördüğünüz mükemmel torba demeye bin şahit isteyen şeylere dönüştürebiliyorlar. davetli olan bütün çocukların isimlerinin kumaşlara işlenmesini bırakalım bir yana, o balıklar, o şunlar bunlar nasıl yapıldı, ne zaman yapıldı ve nasıl bir beceridir bu? tanrım ben nasıl bir anneyim?
imdat!!!

Pazar, Aralık 03, 2006

bak pes ettim

bir çocuk yirmi gündür hasta olur mu? kulak başladı en son. garibim şurup içmekten helak oldu. pes ettim bende. on beş gün okula göndermeyeceğim, besleyeceğim, uyutacağım, dinlendireceğim...

bunu yazdım gazeteye;
Okullara dair bir hayalim var

Kızımın okuluna gittim almaya. Bütün çocuklar minik iskemlelere oturmuş çizgi film izliyor, bir yandan da koro halinde öksürüyorlardı. Öndeki sıradan üç kişi, ardından ikinci sıradan beş çocuk daha İnsanın içi parçalanıyor. Hani elimde olsa okulu dezenfekte edeceğim, ardından bütün çocuk ve öğretmenlere maske taktıracak, her odaya bir buhar makinesi koyup okul için özel hemşireler tahsis edeceğim. Benim de hayalim bu işte Çocuğu olmayanlara uygun bir hayal değil ama çocukları sürekli hasta olan anneler beni anlayacaklardır.

Sonra mesela hayallerim arasında okulun mutfağının ele geçirmek de var. İçeri girip sürekli ıhlamur kaynatacağım, ardından bütün çocuklara kaşık kaşık zencefilli bal yedireceğim, portakal suyu sıkacağım hepsine. Başlarını okşaya okşaya içireceğim Sonra mesela hepsini öğlen uykuya yatıracağım, masallar anlatacağım. Güçlerini toplayıp da uyandıklarında bağışıklık sistemlerinin güçlendirecek meyve ve sebzelerden oluşun bir kür uygulayacağım onlara. Hayal bu ya, akşamları eve göndermeyeceğim çocukları. Herkes iyileşene, son çocuk da öksürmeyi bırakana kadar orada kalacağız hep beraber. Artık akşamları mısır mı patlatırız, brokolisini en çabuk kim bitirecek yarışması mı yaparız bilemem. Koşturmaca yok ama. Koşturan çocuk terler çünkü. Terler ve hemen öksürürler. Belki pijama partisi yapabiliriz ama Tabii okyanus suları burunlara damlatıldıktan, gerekli şuruplar içildikten hemen sonra.

BAHAR GELİNCE

Fena mı olur, kış boyu orada kalırız. Böylelikle de kapıları açtığımızda hem hastalıklar bitmiş olur, hem de bahar gelmiş olur. Bahar gelince gerçi alerjiler başlar ama onu da artık ben düşünmeyeyim ama değil mi? Bahar gelince kim tutabilir çocukları zaten? Herkes bahçeye, salıncaklara koşar. Cıvıl cıvıl gelir sesleri, top oynarlar, saklanırlar. Işıl ışıl gözleriyle bulunmayı beklerler. Kazaksız, paltosuz olmaya bayılırlar, şuruplara veda vaktidir bahar. Buhar makineleri kaldırılır ortalıktan, artık kimse onlara ıhlamur falan içiremez.

Kimse tutamaz onları evlerde, öğütlerin bir kulaktan girip diğerinden çıktığı mevsimdir bahar. Hani kışın hastalıktan bir kaşık kadar kalır ya yüzleri, baharda tam tersi olur. Birden serpilir, birden büyürler. Söz dinlememeleri hep baharın yüzünden, hep oyun oynama telaşındadırlar çünkü. Günler uzasa da yetmez onlara, vakit az gelir. Kış uykusundan uyanmış, o ana dek hiç oyun oynayamamış gibi davranırlar. Büyüklere onları izlemek düşer baharda, izlemek ve 'İyi ki bir çocuğum var' demek.

Hem büyük laflar etmeye başlarlar birden, sanki biz değil ama onlar hayatın anlamını çözmüş gibidirler, belki sahiden de öyledir

Kışın çocuklar hep uyumak, dinlenmek ister. Kışın anneye baharı hayal etmek düşer.