Pazartesi, Ocak 26, 2009

karbon kopya/ aşk hastalığı



Karbon Kopya “Çevirenin Notu” ile açılıyor. Garcia Perez Samango’nun El Toreador isimli öyküsünü orijinalinden çeviren Yekta Kopan bu giriş parçasıyla bizi ilginç bir deneyime davet ediyor. Öykü dipnotlarla zenginleşmiyor, adeta coşuyor. Çeviren uzun dipnotlarıyla bizi yan öykülerin içine sürüklediği gibi, bir çevirmenin çeviri başındaki ruh halinin de okura yansıtıyor. Üstelik dipnotları sevmeyen bir milleti dipnot yağmuruna tutuyor, neredeyse öykünün kendisi kadar uzun süren dipnotlar bir noktadan sonra öykünün kendisinden daha fazla dikkat çekiyor. Velhasıl, Çevirenin Notu bittiğinde okur dipnotların ne kadar keyifli olabileceğini görüyor… Şunu söylemeliyim ki, “Çevirenin Notu” benim son zamanlarda karşılaştığım en iyi “şey”.

Kitaptaki her öykü başka bir yolculuk. Meme’de örneğin sakıncalı bulunup da tamamen çizilmiş tümceler var. Becerikli Bay Kerim İnal yalnızca bir kitabı yayınlanmış, ilgiye muhtaç, eleştiriye kapalı, daha da iyilerini yazmak isteyen ama geçim derdi de olunca bir adım ileriye gitmeye cesaret edemeyen bir yazarın ve bu yazarın başka bir isimle ısmarlama polisiye kitaplar yazarak kazandığı başarının içsel hikâyesi. Yine dipnotlarla zenginleşen hikâyenin ardından Borges ve Ben ile Kafka ile Yolculuk adlı öyküler geliyor. Yazarın sevdiği yazarları kitabına konuk ettiği bu öyküler, okuru da bu unutulmaz yazarlar üzerine tekrar düşünmeye davet ediyor.

Okurlar örneğin “Sevgili Kardeşim”de, yine değişik bir teknikle karşılaşıyor. Kahramanın kardeşine yazdığı mektupların satır aralarında Van Gogh’un kardeşine yazdığı mektuplardan satırlar var. Gerçeğin Halleri resimlerle edebiyatı buluştururken, Metafor, Öykü Olarak tasarlanmış Oyun ya da Oyun Olarak Tasarlanmış Öykü ile kolay kolay unutamayacağınız bir atmosfere davet ediyor yazar sizi. Bir sahaf, bir yazar ve genç bir kadının kitaplarla dolu bir mekânda yalnızlığa, iletişimsizliğe, bir kitabın yazım aşamalarına şahit oluyorsunuz. İlginç bir kitap Karbon Kopya, güzel bir edebiyat kolajı. Mutlaka okuyun… (Can Yayınları, 2007)
Can Yayınları’ndan diğer bir kitap da Levent Mete’den Aşk Hastalığı. Aşk Hastalığı iddialı adıyla beni kendine çekmeyi başardı.




Eleştirilerden birinde yanlış anımsamıyorsam, Mete’nin kahramanları bir aşk hastalığından ziyade bir seks hastalığına yakalanmış gibi görünüyor denmişti. Açıkçası beynimde bu dipnotla kitaba başlayınca, önyargıdan kurtulamayarak bu gözle okudum kitabı… Bakalım Esra ile Engin sahiden neyin peşinde, cidden aşıklar mı birbirine, yoksa sadece tutkuyla karışık bir seksin peşindeler mi… Bu sorunun yanıtını vermeden önce şunu söylemeli; yazar evliliği iyi biliyor, tanıyor ve çözümlüyor. Bir süreden sonra her şeyin aynı geldiği evlilikler ancak bu kadar iyi anlatılabilir.

Ancak Esra ile Engin’in bir haftada, birbirlerini hiç tanımadan her şeyi bırakıp şehri terk etmeleri, hele Esra’nın psikolojik bir rahatsızlığı olan oğlunu yüzüstü bırakıp gitmesi gibi detaylar inandırıcı olamıyor maalesef. Ancak tamamen vurdumduymaz olmak lazım bunu yapabilmek için ve ne Esra, ne de Engin bu kadar çılgın, başlarına buyruk yaşayan insanlar....



Yazar, Esra’nın oğlu Özgür’ü anlatırken de çok başarılı. Özgür’ün hissettikleri, düşünceleri, anlattıkları hem çok dikkat çekici, hem çok ikna edici, hatta okuyanı irkiltiyor diyebilirim… Ama Engin’in karısını yolda indirmesi, Esra’nın hastaneye kaldırılan oğlunun sağlığını sormaması çok uzak inandırıcılıktan. Yazar aşkı bir hastalık gibi anlatmış evet, kahramanları da güya bu hastalığa yakalandıklarından böyle vurdumduymazlar… Ama yok, ikna edici değiller ve üzgünüm ama insanda sahiden de seksten başka bir şey düşünmüyorlar duygusunu uyandırmaktan öteye geçemiyorlar… (Can Yayınları, 2007)

1 yorum:

serpil dedi ki...

Ece, Aşk Hastalığı'nı okumuştum ben de, aynı fikirdeyim seninle. Levent Mete psikiyatristmiş belki de gördüğü olaylardan esinlendi diye de düşünmedim değil.