Bu anaokulu işini tüm detaylarıyla yazasım var; Elvin gibi okul denince tüyleri diken diken olan çocukların, benim gibi perişan annelerine yol gösterir belki.
"Anaokulu günlüğü" diyelim mi biz buna?
Sabah 09.30 gibi uyandık. Her zamanki gibi ben kahvaltıyı hazırlarken bizimkisi odasında oyalandı. Derken geldi, iki yudum bir şeyler yedi, ardından çay istedi. Kahvaltı bitmeden az önce doksansekizinci kez okula gideceğimizi söyledim. Uyandığında ilk tümcesi "okula gitmeyelim" olan bir çocuk tahmin edin, kahvaltı boyu ne dedi bana? Evet, aynı tümce.
Daha sonra da, "ödevleri bırakıp geri dönelim ama" deyiverdi. Giyindi, her zamanki gibi kaydıraktan kayarsa bacakları acımasın diye eşofman giydi. Yol boyu bu kez pek ses çıkarmadı, yanında bir Sindy Bebek, bir tüylü kalem kapağı, bir kadranı olmayan oyuncak saat, bir plastikten Mini Fare vardı (kolları açıkmış farenin, çünkü sevgilisi Miki'yi bekliyormuş).
Arabayı park edip indik, mesele yok gibiydi. İçeri girdik, öğretmenlerden biri geldi, bizimki sandaletleri çıkardı, çıplak ayakla kaldı, öğretmenin verdiği terlikleri reddetti (öyle başkalarının giydiği şeyleri giymeyiz biz....). Derken, öğretmen kimsenin çıplak ayakla dolaşmasına izin vermediklerini söyleyince, en azından yanımda yedek getiriğim çorabı giymeye razı oldu.
Öğretmenle birlikte evcilik köşesine gitti. Ben bir süre orada durduktan sonra bahçeye çıkıp kitap okuyacağımı söyledim, "olmaz, burada dur" dedi. Bir süre durup bahçeye çıktım, yaklaşık beş metre uzağındaydım yani. Yine arada bir gelip bana baktı, ben de o sırada Ad Hudler'ın- hani Ev Erkeği'nin yazarı- Southern Living isimli kitabını okumaya çalıştım.
Bir süre sonra koşar adım yanıma geldi, sandaletlerini giymeye çalışıyordu, öğretmen peşindeydi, "hadi gel ama... Annen orada işte" diyordu. Bizimkisi aceleyle yanıma gelip oturdu. Ne olduğunu sordum, kendi öğretmeni yemekhaneye gitmiş, yemek saati olduğundan. Bizimkisini de çağırmış ama bizimki reddetmiş, o da "peki o zaman, ben yemeğimi yiyeyim, görüşürüz" demiş.
Diğer öğretmenle kalan yavrucağım da yanıma koşmuş. Gemilerim yavaş yavaş batmaya başlamış vaziyette, "Ne olacak şimdi?" dedim, öğretmen de "Asıl öğretmeniyle konuşalım." dedi. Asıl öğretmen bir on beş dakikalığına uzaklaşmamın iyi olacağını söyledi, Elvin'e de durumu izah etti, "Annen yemek yapıp gelecek" dedi, bizimkisi de "olmaz, ben de gideceğim" diyerek çıldırasıya ağlamaya başladı, bacağıma yapıştı. Sakinleşsin diyerek kaldım, yanımdan ayrılmadı, ben çay içerken su içti ama için için mızmızlanmayı ve "eve gidelim" demeyi sürdürdü. Tam on beş dakka böyle geçti; müdür öğretmen en nihayetinde, "Eğer şimdi ağlarken onu götürürseniz zaferi o kazanmış olacak, en iyisi hakikaten bir on dakika gidin" dedi.
Gittim ama nereye, iki adım ötedi bakkala. Bir gazete ve bir dergi aldım, sonra bir Disney dergisi gördüm, ingilizce öğretiyormuş, hadi onu da aldım, bir vicdan azabı dalgasıyla bir de içinde şeker bulunan bir tüp aldım, aynı zamanda balon oluyor falan... Bir sigaradan sonra gittim kapıya, ağlama sesi yoktu. Müdür öğretmen "oynuyor" dedi. Yani tüm işkence her zaman olduğu gibi anneye çektiriliyor gördüğünüz gibi sevgili okuyucular...
Öğretmen, "hazır oynuyorken siz gidin." dedi, tabii süt istemiş, onun antidepresanı da o. İçince sakinleşmiş. "Biz sizi ararız" diyerek yolladılar beni. İlk anda ne yapmam gerektiğini bilemedim, olay mahalinden fazla uzaklaşmamalıyım gibi geldi. Karşı tarafta bir kafeye konuşlanıp bir kahve içtim, baktım arayan soran yok, eve geldim, bu ayrılığımızın bir buçukuncu saati. Tuhaf ama gerçek...
Devamını da yazarım...
7 yorum:
ikibuçukuncu saat için iyi şanslar dilerim! benim bu konuda hiç deneyimim yok, kızım daha küçük ama benim bile bir sürü şey yazasım geliyor; "anlatmam lazım"ı bir miktar anlıyorum galiba.
merhaba ece beni ilklerle tanıştıran kişi hamileliğimde ilk kitabını alarak takipcin oldum ve en sonunda sayende de ben de bir blog sahibi oldum yani bir nevi gizli hayranlık oğlum da elvini takip ediyor bizde yakında kreşe başlıyoruz bakalım neler yaşayacağım takibe devam.
ışıl sen de anlat... bekliyorum bir blog. figen hoş geldin, blogunda çoook yaz, çoook okuyalım, yazmak en iyisi...
sağol ece, blog konusunda "inşallah" diyeyim. anaokulu konusunda ise yazmaya ancak vakit bulduğum düşünceler şunlar: kızım yaklaşık birbuçuk yaşında. daha önceleri üç yaşına kadar sadece ben bakıcam derken, daha şimdiden, onun diğer çocuklara çok ilgi gösterdiğini ve benim de enerjimin gittikçe tükendiğini görerek; belki iki yaşından sonra günde birkaç saat oyun oynayabileceği bir yer bulmamın iyi olacağını düşünmeye başladım.
ammaaa, hissiyatı bozuk ve bağımlı hale gelmiş bir anne olarak (kesinlikle üstüne alınma ve kimse alınmasın), bir devamlılık sağlama adına (ve kendimin de ne bileyim düzenli olarak çeviri vs yapabilmem için) onu istemediği, mızıklandığı zamanlarda da götürmek, "git sana artık başkaları baksın" demekmiş gibime geliyor, üzülüyorum. belki denemeden bilemez insan, belki de erken bu dertlenmeler için.
ışıl bir buçuk yaştasın daha, dertlenme tabii ama elin mahkum çocuğun okula gidecek, erkin koray yöntemini düşünmüyorsan! bu da 3 ve sonrası demek oluyor, elvin dördü bitirdi, artık beş yaş sınıfında, gitmek zorunda yani... "git burada mızıklan" değil olay, dediğin gibi yaşayınca ne olduğunu göreceksin...
gene atıp tutmaya başlıycam ama "nasıl bir anaokulu" sorusu belirleyici bir etken. daha önce, bir bebek sitesine yurtdışından yazan bir hanımın, çocuğuna anaokulu arayışları sırasında kinder hütte adında bir yer bulduğunu ve orada çocuklara esnek bir program uygulandığını okumuştum. kendi çocuğu için haftada yarım gün oyun, yarım gün *gerçek* bir ormanda gezi, yarım gün de gene gerçek bir spor salonunda jimnastiği seçtiğini yazmıştı. ve bunun gibi resim, müzik, hatta aşçılık konularında (eğer ebeveyn isterse) çocukların gene o konularda çalışan insanlarla, anlaşmalı kurumlarda zaman geçirdiğini eklemişti. sanırım bizim koşullarımızda bunlar hayal ama isterdim ilerde böyle bir yer bulmayı ve makul fiyatta olmasını.. o zaman çocuğu işe gönderir gibi hissetmeyebilir insan.
ece valla kusura bakma ben gene vaktinden önce hislendim yazdım işte. bir de şunu merak ediyorum, insan dışardan okumakla pek birşey öğrenemiyor, ne yapılıyor anaokullarında? senin başvurdukların birbirine benziyor muydu? mesela çocuklar orada uyuyor mu, tuvalete gittiklerinde filan birileri yardımcı oluyor mu? (gerek var mıdır onu da bilmiyorum ya!)
ben de aynen düşünüyordum üç yaşında, "gerek yok" diye, zaten ömür boyu okula gidecek ama dört bitince şart oldu, yani insan ne zaman çocuğunun artık hazır olduğunu hissediyor zaten.
bu konuda yazacağım ve evet keşke seçme şansımız olsa, alternatifler küçük detaylarla ayrılıyor birbirinden ancak tabii önemli olan montessori eğitimi ya da ormanda orienting kursları da değil kanımca, önemli olan çocuğun sevgi dolu bir yuvaya gitmesi, eve mutlu dönmesi, gerisi boş...
Yorum Gönder