Pazar, Temmuz 16, 2006

anaokulu işleri

olay şimdilik şöyle gelişiyor;
-okula gidelim mi kızım?
-gitmeyelim anne.
-neden?
-istemiyorum...
-iyi o zaman bütün gün evde oturalım...

bir müddet sonra yanıma geliyor, "ama sadece ödevi bırakmaya gidelim". tamam diyorum ben de, gidiyoruz. ilk anda pasif oluyor, böyle herkesin gözünün içine baka baka kenarlarda dolaşıyor. derken kural gereği ayakkabılarını ayakkabılığa yerleştiriyor. ben de bahçeye çıkıp bir masanın -tek masanın- kenarındaki banka ilişiyorum, kış olsa ne yapardım bilemem.

durduğum nokta çaysız bir çay bahçesine benziyor. orada elimde kitapla öylece vakit dolduruyorum. geçen seneki okul tecrübemizin aksine -yaşla mı ilintili bu durum acaba, sadece bu okulu sevmesiyle mi ilgili yoksa- yanıma gelmiyor, ben de rahat rahat okuyorum kitabımı, en azından iki saat boyunca rahat bırakılacağımı bilmek içimi derin bir neşeyle dolduruyor... bir yandan endişeleniyorum, ya bir şeyler ters giderse diye... üstelik onu okulda bırakma evresine bir türlü geçemiyorum.

arada bir ben orada mıyım diyerek kapıya geliyor, "anne seni çok seviyorum" deyip içeri kaçıyor, o noktalarda onu çağırıp "kuaföre gitmem lazım, gideyim geleyim" diyorum, "olmaz "diyor. Market? Hayır. Başka bir gün, "Evde okul çantanı unutmuşum, iki dakikada gideyim..." O da sökmüyor.

Aslında benim için oradan ayrılmak çok da önemli değil, zincirlerimi kırıp da özgürlüğümü ilan edecek, kendimi dağlara falan vuracak, veyahut da günümü gün ederek orası senin, burası benim dolaşacak değilim. A evet, özgür olsam yapacaklarım var, vizyondaki tüm filmleri izlemek, derken dvdler kiralayıp kaçırdıklarımı da izlemek, bütün bunlar bitince mesela lost'un tüm sezonları dvd'lerini alıp bir de onları izlemek falan... belki arada bir starbucks'ta kahve, kızım kremaları yemek için önümden bardağı çekmeden ve de ben iki yudum kahve içeceğim derdindeyken onun Carrefour içinde koşturması sırasında birinin kolundan tutup da onu çekip götürmesi endişesi olmadan yani...

neyse, çok önemli değil bunlar. yeter ki okul denen şeye alışsın, ben beklerim, gerekirse bir ay, günde sekiz saat de dururum. hani diyorlar ya, "siz kararlı olacaksınız", ne klişe değil mi? kararlı olmama olasılığım var mı? ben de insanım, ben de istemez miyim çocuğum okula gitsin, ben işlerimi yapayım, yazılarımı yazayım falan... isterim tabii. çocuğuma bağımlı falan değilim, olmak da isteme, karalıyım, velakin çocuk bunun farkında değil.

çok bilen uzmanların nedense hep gözardı etttiği nokta hiçbir çocuğun diğerine benzemediği, bizimkisi de doğuştan okul fobisine sahip işte. hem de annesi bunca okula gitmiş, gerekirse ve mümkün olsa bir bu kadar daha okula gidebilecek bir insanken. üstelik katiyetle onu okuldan soğutacak herhangi bir şey yapmadık, sevmiyor işte. alışsın diye çektiklerim tabii bunlarla da sınırlı değil.

evde her gün bir punduna getirip okulun nasıl da önemli bir yer olduğuna dair konuşmalar yapılıyor. bunca yıl hatmettiğimiz kitapların dediklerine uyarak okulu sadece ve sadece oyun oynanılan, eğlenilen bir yer olarak da göstermemeye çalışıyoruz tabii, yani abartma yok. abartınca çünkü, e hani lunapark tadında hayat deyiveriyor minikler...

daha da yazacağım... peki neden bu kadar çok yazıyorum bugünlerde_ çünkü yaz dolayısıyla akşam yazılarım azaldı, ben de harf kotamı "harfler" blogumda dolduruyorum...

Hiç yorum yok: