Pazartesi, Mart 29, 2010

kolay mı anne olmak?

eski bir yazı:


Bizim zamanımızda, ortaokul sıralarında yani, iki ders arası geyik sorulardan biri “kaç çocuk sahibi olmak istersin?”di. En olmadı anket defterinde karşınıza bu soru mutlaka çıkardı. Neyse, soru ne kadar geyikse, benim yanıtım da o derece kendimden emin olurdu. “Üç çocuk isterim...”

Kaderin cilvesi olsa gerek, geçtiğimiz günlerde “Üç Çocuk İstemiyorum!” başlıklı bir yazı yazan da benim… Evet, sahiden de üç çocuk istemiyorum, o zamanki aklım neredeymiş, onu da bilmiyorum.

Gerçi o yaşlarda insan anne olmanın ne demek olduğunu bilmiyor, çocuk bakmanın da. “Kendime mor renkli bir babet almak istiyorum” demekten bir farkı yok yani kaç çocuk istediğini dile getirmenin… Ta ki sahiden anne olana kadar… İnsanın –bu da kadınlar arası genel bir sohbet temasıdır gerçi - biyolojik bir saati var, orası kesin. O saat de sahiden de hayatın belli bir noktasında önce hafif hafif tiktak eder, derken alarm şeklinde çalmaya başlar.

Tam o anda o alarmı susturmanın tek bir çaresi var, çocuk yapmak. Ortam ve koşullar buna müsaitse ne âlâ, hamile kalmaya çabalıyor, derken de çocuğu doğurup rahatlıyorsunuz. Ama koşullar uygun olmadığı halde alarmı bas bas bağıran kadınlar da o günler/aylar/yıllar boyunca karışık duygularla dolu bir vaziyette, kimi zaman hüzünle, kimi zaman aşırı motive bir şekilde çocuklanmanın yolunu arıyor oluyorlar. Zaten o saatin pili bir noktada tükeniyor, dolayısıyla da çocuk sahibi olmak için yanıp tutuşan birçok kadının da artık böyle bir isteği kalmıyor.

Boş Levha Durumu


Çocuk sahibi olup da dünyanın kaç bucak olduğunu görenler bir müddet “Yok böyle bir şey, hayatta ben bir daha çocuk falan doğuramam. Deli miyim?” dese de, bazılarının bir müddet sonra beyninde zannedersem kimyasal bir değişim oluyor ve beyindeki “çekilen zorluklar” ile ilgili kısım bu kimyasallarla bir güzel temizlenip, tabula rasa (boş levha) olarak anneye geri gönderiliyor.

Anne de bu boş levhanın tekrar dolması için yanıp tutuşuyor olmalı ki, bir çocuk daha istiyor. O levha boşalmasa kimsenin bir daha çocuk sahibi olmak isteyeceğini zannetmiyorum çünkü. Kimleri için tabula rasa’ya bir daha ulaşmak uzun zaman alıyor, kimileri kısa bir zamanda tekrar beynini çiçek gibi yapabiliyor. Bu da neden kimilerinin bir tanecik, kimilerinin de üç-beş çocuk sahibi olduğunu açıklıyor.
Elbette, çocuk sahibi olmayı istemek, sadece beyin işi değil. Ekonomik koşullar iyi olacak, fiziki koşullar olacak, “deprem olacak ama bize bir şey olmayacak” diye kesin emin olduğun bir durum olacak, çocuğun bilmem kaç yıl sonra gideceği okulu gezmiş, görmüş ve ikna olmuş olacaksın… Ya da daha basit bir taktikle yola çıkacaksın; çayıra salmayı aklına koyacaksın yani. Sonrası kolay zaten…

İnsan hamilelikte zannediyor ki; bu bebeği taşıma işi pek bir zor, doğunca anne bir rahatlayacak bir rahatlayacak, her şey de güllük gülistanlık olacak. Yok öyle bir şey; doğar doğmaz farkına varılıyor bunun. Hani “Onu ilk gördüğüm anda kalbim yerinden çıktı, dünyanın en güzel duygusunu yaşadım.” diyenler var ya; bana pek inandırıcı gelmiyorlar.

Bebeği kucağınıza aldığınız ilk anda aslında, “Aman tanrım! Artık karnımda değil. Dışarıda ve de yanımda. Ne yapacağız, nasıl büyüyecek kazasız belasız ve hastalıksız bu çocuk?” demek gerekiyor. Aslında o ilk aşılarda, ilk yüksek ateşte, havalelerde falan yani, hayat sahiden de zor geliyor… “O hasta olmasaydı, ben olsaydım” diyorsunuz, ona bir şey olmasın, bana olsun…” Böylesi bir duyguyu da zaten bir tek size ait olan o parçaya, o güzel meleğe karşı hissediyorsunuz.

Bence işin en tuhafı, gün geçtikçe bağlandığınız bu küçük insanın size sizin hakkınızda pek çok şey öğretebilmesi. Yani o olmasa ne kadar sevgi dolu, ne kadar cesur, ne kadar derviş sabırlı olabileceğinizi bilme ihtimaliniz yok…
Sırf onun için dağları delebilecek, herkesi ve her şeyi silebilecek kadar cesur, onun için herkesi göz ardı edip, dünya yıkılsa ve bir tek o ve siz kalsanız bile umurunuzda olmayacak kadar sevgiyle dolu ve aynı şeyi bin kere söyleyip, on bin defa gösterecek ve bundan da asla gocunmayacak kadar sabırlı olabiliyorsunuz. Ve evet, bütün bunları size yaptırabilecek dünya üzerinde başka hiçbir insan olamaz.
Anne olmak hiç kolay değil; ama belki de böylesine zor olduğu için güzel… O hayatınıza girdikten sonra başka bir insana dönüşmek ama dönüştüğünüz bu insanı sevdiğinizi fark etmek de çok güzel. Zira anne olup da hâlâ acımasız ya da vicdansız, sabırsız ya da kaygısız olmak -sanki- hiç mümkün değil…

3 yorum:

defneyleyasamak dedi ki...

ece, defdefi kucagıma verdiklerinde ben bögüre bögüre aglarken hissiyatım aynen buydu: Bittim ben! Nasıl başedeceğim bu sorumlulukla? Çünkü o an aslında hissetmem gereken oh rahatladım iken, bize öğretilen kitaplarda, sohbetlerde, filmlderde ulvi aglamaklı bir annelik duygusu iken, ben tam anlamıyla allahım onsuz ben bi yere bile gidemem, çiş bile yapamam, ben olmasam o ölür diye düşünüp hüngür hüngür ağlıyordum. Benim gibi hissettiğini birinin, hele de senin okumak ne iyi geldi bi bilsen...

Tijen dedi ki...

Vallahi Ece'ciğim bana çocuk kontenjanından bir yeğen yetiyor da artıyor bile. Sevgimi başkalarına pay etmeye hazır değilim galiba henüz. Maya'ya bir kardeş gelirse ne yaparım bilmiyorum.

Cocukla Cocuk dedi ki...

Ece'cim, nasıl güzel anlatmışsın. biz beyinlerinde kimyasal değişim yaşayanlardanız, 2. çocuklarımızla. Biliyor musun bu tanım çok doğru 2. hamilelik annelik de hiç de tecrübeli olmuyorsun aslında, ilkinden akılda kalanların hepsi sıfırlanıyor sanki, komik bir şekilde.
Bize kendimizi yeniden tanıma fırsatı verdikleri için yaşasın çocuklarımız:)