Çarşamba, Ocak 30, 2008

tatil


anaokullarına tatil yok:) tuhaf bir şey aslında, hababam okula gidiyorlar. rakamları yazıyorlar, derken harflerle uğraşıyorlar, ingilizce öğreniyorlar, sandalye kapmaca, iki yoga, bir bale falan ile geçiyor günleri.

okul dediğin öyle olmalı zaten, "okul hayatı" dediğin anaokulu gibi olmalı. azıcık ders olsun, gerisi hayat dersi olsun, sanat olsun, tiyatroya gitmek, en şahane animasyon filmlerini izlemek olsun...

okul dediğin sahiden dileyene satranç öğretmek olsun, zorunlu din dersi olmasın okul, zorunlu el yazısı eğitimi falan olmasın...

son günlerde benim takıntım da bu... okul hayatı... bu yüzden deliler gibi bu konuya kafa yoruyorum. anlaşılmaz kimyalar, delirten fiziklerden uzak bir okul? beraberce bir sanat müzesine gidilen, orada yerlere oturup bir tablo karşısında saatlerini geçiren, tabloyu kendilerince çizmeye çalışan öğrenciler? hani hep bir geyik vardır, amerikalı öğrenci daha lise sonda üç rakamlı bilmemneleri çarpamıyor falan diye. çarpmasın kardeşim. gerek yok. kimse çarpmasın, ne olmuş... hesap makinası var, bir şey var...

biz yanlış yoldayız... eğitim olarak çok yanlış bir yolda... içim fena sıkılıyor...
bu yüzden midir, kızım şubat tatilinde bugünlük evde... kar yağdı ya, kardan adam yapacağız... ya da kardan toplar... bilemiyorum. en iyisi bu...

Perşembe, Ocak 17, 2008

ece'nin...

www.kitapyurdu.com'dan satın al

Çarşamba, Ocak 16, 2008

giysi işleri

sıkışık bir anda yazıyorum..
bizimki giyinecek de anneannesine yemeğe gideceğiz. uzaklara değil, iki kat aşağıya. ama giyinme işi bir dert. hep öyle oldu bizimkinde. şimdi, en son yani ince külotlu çorap giyip giyemeyeceğini sordu. .bu da bir gelişme tabii, üç yaşında falanken onu da sormazdı, sadece giyip beklerdi, o giysiyle her yere gidebileceğini zannederek. kar kış demeden...

ince çorabın üzerine yalnız, bir pareo takarak geri geldi. tülden... üstüne de pembe bir kurdele bağlamış. nasıl oldum dedi bir saniye önce, derhal içeri yolladım. niye olmamış peki dedi. açıkladım; her şeyin bir yeri ve zamanı var dedim, pareo yazın deniz kenarında giyilebilen bir şey.

bunu bilmiyor mu? biliyor ama işine gelmiyor. o her şey daha farklı olsun, istediği gibi çılgınca giyinebilsin istiyor. bunu neredeyse doğduğu günden beri istiyor hem de...

mesela biz ona asla mama önlüğü taktıramadık; daha konuşamazken bile mama önlüğünü aşağılık bir giyecek türü olarak görür ve hemen sıkıntıyla boynundan çeker, atar ve ağlardı. daha sonra sadece çıkarıp atmaya ve ağlamamaya başladı, derken takmadık zaten biz de o önlüğü, lekeli lekeli bluzlarla dolaştı. leke pek umurunda değildi tabii, artık onu da umursuyor. herhangi lekeli bir şey asla giyilmiyor. sökük şeyler çok giyilmek isteniyorsa usturuplu bir şekilde kıvrılıyor falan. en iyi sevgilisi tozluklar... çorap üstünde çizgili tozluklarıyla yeme de yanında yat şeklinde görünüyor...

ben bunları yazdım, bitti. o hala giyiniyor. daha gelmedi. geldiğinde neye benzeyecek bilmiyorum. yemeğe davetli olmayı seviyor... ama en çok giyinme faslını... geçen akşam beyaz bir gömlek-yazlık, kısa ve ince-, üzerine iki yaşından kalma, dar, sıkan kot ceketini giydi.

dar şeyleri seviyorum açıklamasını yaptı bana. altında da bir kot pantolon vardı. ama önemli olan tacıydı. mavi ve tüylü bir şeydi. koluna da bir çanta takmayı ihmal etmedi. yazlık ayakkabılarını da giydi ve aşağıya öyle indi.

onun için giyinmek dünyanın en önemli işi. onun için mesai harcanması gereken bir numaralı şey bu. ama mesela saçlarının taranmamış olmasını dert etmiyor. enteresan.
hah geldi hazırım, dedi. yeşil bir asker pantolonu üzerine kadife pembe bir bluz giymiş. pek normal görünüyor.
gidelim biz...

Salı, Aralık 25, 2007

yeni yıl yazısı

en kısa zamanda deniz kenarına gidilecek. birkaç taş toplanacak, bu kesin. yeni bloggerların öyküleri okunacak, yazdıkları okunacak. facebook'tan kurtulmak gerek.... Queen Innuendo şahane bir albümdür evet, bu yıl bitmeden dinlenecek çünkü bu yıl galiba hiç dinlenmedi. kitabımı okuyan sevgili okura teşekkür edilecek, iki bira içene, gel beraber içelim denecek... kozahan'a git diyene, vallahi haklsın, en yakında gideyim denecek, akşam yazılarımı sevene kucak dolu öpücük gönderilecek... evet, bunlar yapılacak.

biliyor musunuz; tarçın diye bir içecek var. toz halinde. oralet gibi. adı tarçın ama. rengi pembe. bu kadar gğzel bir şey olabilir mi hayatta, hemen edinin, hemen. hani yalnızsındır, hastasındır biraz, şefkate ihtiyacın vardır, biri çorba getirsin, limon da koysun yanına istersin, ekmeğin köşesi, bir peçete ve bir minik vazoda tek bir çiçek... olmaz ama, yoktur diyelim öyle biri. o zaman kalkın işte, tarçın yapın diyorum kendinize... kaynamış suya iki kaşık. inanın, deli bir duygu. hatta son zamanlardaki en büyük keşfim...

yeni yıl yazısı...
geçen seni şunu yazmıştım;
bak sahiden bekliyordum seni bu sefer. hararetle. hani şu arkadaşın 06 var ya, bir tuhaftı. benden duymuş olma, beni tepetaklak etmeyi başardı. şuydu, buydu derken bir aşağı çekti, bir yukarı. haşin davrandı. ittirdi, kaktırdı. birden de havalara sıçrattı.

işim açısından iyi davrandı ama sağolsun, bana ulusal gazeteleri açtı, beni dergilere falan yolladı, bana bir sürü kitap gönerdi. o açıdan kızgın değilim kendisine, hatta müteşekkirim ama bak beni duygusal anlamda hayli hırpaladı.

ne diyeyim ben şimdi ona? git diyorum, hadi git, bütün yıl oyaladın beni, güle güle git diğer kardeşlerinin yanına, orada kal ama, geri dönme, dönemezsin zaten:)

07 sana gelince, bak ümitle bekliyorum seni, baharı bekler gibi bekliyorum, sen kardeşinden daha iyisin gibi geliyor bana, ittirip kaktırmazsın seni ben, öyle hissediyorum. şükürler olsun, geliyorsun, nereden baksak 48 saat falan kaldı, oh yani, böyle mi beklenir bir şey?

bekliyorum işte. gel bakayım, kurul şöyle bir berjere, anlatayım sana şimdiden. Bak neler neler istiyorum senden... sen dinle beni usulca, hepsini gerçekleştirmesen de hayallerimin, bir iki kıyak yaparsın artık.

hoş geldin..

.......
eh 2007 bilmişim seni ben. bana iyi davranacağını bilmişim, onu demek istiyorum. iki üç mutsuz an oldu tabii, birkaç gözyaşı, birkaç kalp sızısı. ama onun dışında kesinlikle kardeşin 06 gibi kötü davranmadın bana sen. tamam evet, çok eve kapanıp çok bilgisayar başında düşündürttün adamı. ama bu kıza müziği geri verdin mesela. müzik dinlemez olmuştu çünkü, şimdi doyuyor müziğe. güzel iki seyahat verdin, biri çekoslavakya'ya, diğeri yunanistan'a. hem de kızımla... büyüyen, güzelleşen, dünya tatlısı kızımla...
işler de verdin. akşam yazılarımın yanına bursa gazeteleri ekledin, hem sonra yeni bir iş daha verdin, dergi editörlüğü, keyifle yaptığım... sağlık da verdin, sağol... öyle aman aman bir problemimiz olmadı sağlık bakımından.
eh, giysiler, şarkılar, kahveler, yemekler, mumlar, ayakkabılar, çam ağacı süsleri de alabildim. kola, şarap, bira... canım ne istiyorsa içtim. güldüm ve de eğlendim...

bak 08, sıra sana geldi.
çift rakamlı bir sayı olman zaten yeteri kadar çekici. bunun yanı sıra sevimli de. zannedersem yuvarlanıp gideceğimiz bir arkadaşlığımız olacak seninle. o da iyidir. sağlık olsun, neşe olsun, daha ne olsun... 07 arkadaşın gibi birkaç iş teklifi daha yaparsan, evimizden mutluluğu eksik etmezsen başka ne isterim ben. hadi bakalım, göreyim seni...

hepiniz ama hepiniz için mutlu bir yıl diliyorum....

Çarşamba, Aralık 05, 2007

mutfak masası

ah yine aynı masa. gelip kurulduğum. evin içinde kendine en güvenli yeri bellemiş küçük bir köpek gibiyim. hani gider, hep orada yatarlar. o misal, aynı masanın başındayım. yatmıyorum neyse ki, yazıyorum.

yağmur var dışarıda; hepinizin camlarının dışında bir yağmur evet ama benimkine bugün gripin eşlik ediyor; "dört" isimli şarkılarıyla. hoş, uygun yağmura gripin. bir çay, bir çay daha şeklindeyim bugün. gripi atlattım, gripin dinleyince geçmiş olabilir mi?

bir sürü şey yapmak istiyorum yine. bir sürü yere gitmek. en çok da konserlere. öyle ukde içimde elvin doğalı beri gidemediğim konserler. şimdi küçük büyük fark etmez, kendimi rock'ın o sevdiğim kollarına bırakmak istiyorum. zannedersem bu ara en çok bunu istiyorum.

bir de geçen sene biterken şahane bir "güle güle 2006" yazısı yazmışım; çok içten olmuş. aynı türde bir yazıyı 2007 için yazmak istiyorum. artı beton çivileri olan matkaplı bir insan evladı istiyorum, yeni evime çerçeve, raf taksın diye. denize sokmak istiyorum ayaklarımı bir de. deniz kokusu istiyorum şiddetle, bu yüzden belki deniz kokan bütün mavi mumları dolduruyorum eve. insan denizi görmeyi değil bir tek, kokusunu da özlermiş. özler tabii. görmeden, sadece kokusunu duysam da olabilir bana... hatta hani gidersin yazlık eve, acayip bir iyot kokusu karşılar seni. o bile yeter.