Çarşamba, Nisan 29, 2009

küçük şeyler

* balkona soğan ektik; taze soğan. her gün gidip sanki o bir insanmış ve uzayan da saçlarıymış gibi gidip bakıyorum; uzamış mı bakiim, ııh!

* bahar gelmiyor. biliyorum, yine birden yaz gelecek. oysa baharı özledim... siz de değil mi?

* neşe'nin oğlu deniz'in acilde yedi saat çenesi yarılmış bekletilmesi beni fena üzdü, sarstı. türkiye'de işler daha kolay, bir kez daha anladım. denizciğim hemen iyi olsun istiyorum.

* domuz gribi medyanın bir abartısı mı, dünyaya yayılacak mı, merak ediyor, korkuyorum...

* yine bir dergi yapıyorum. fazla çalışmaktan sırt ve el kemiklerim ağrıyor. olsun.

* balık öldü. yerine iki balık geldi. adları yaprak ve çiçek oldu:)

* balık ölünce, elvin onu öyle görünce çok ağladı. unutulmayacak bir sahneydi. herkesin ölümlü olduğunu, hele de balıkların çabucak öldüğünü anlatmak feciydi.

* bunun yanı sıra büyüme alameti sorular da gelmiyor değil; kiminle dudaktan dudağa öpüşebiliriz, kızlar erkekleri öpebilir ama kız kıza ya da erkek erkeğe öpüşülmez değil mi? aşık olmak ne demek gibi sorular:)))

* kilo vermeye çalıştıkça alıyorum. acilen dört kilo vermem lazım. acil planları olan?

* twitliyor musunuz bakayım? twitter.com'a üye olup nerede ne yaptığınızı sürekli güncellemeni gerekiyor, yeni trend bu:))) sms gibi, 140 harfi geçemiyorsunuz... mini blog mantığı. geçen gün bbc'de izledim twitter hakkında bir konuşmayı. diyordu ki, bu kadar hızlı büyüyen bir mecra yok... tamam evet, f.book zaten çok vaktimizi aldı, saçma. twitter da vakit alacak, o da saçma. ve ayrıca kime ne, nerede olduğumdan... ama paris hilton'undan barack obama'sına tiwitlemekte. bizim neyimiz eksik yahu:)))

Pazartesi, Nisan 27, 2009

meksika'ya bir bilet...

Herkesin gitmek istediği bir yer var şu adına dünya denen yerde. "Paran, vaktin olsa nereye gitmek isterdin?" sorusuna en sık verine cevap "Dünya turuna" olsa da, bu tur bir yerlerde başlamalı değil mi? Kiminin gönlündeki aslan kısa mesafelerle sınırlı olup yanıt Fransa olabilirken, kimi Kenya der bu soruya, bir diğeri Nepal. Ben bu soru sorulduğunda, hatta sorulmadan "Meksika" derim, Meksika diye bağırır, Meksika diye içlenirim. Mexico City ile turuma başlamak isterim, hostellerde kalmak, şehir arşınlamak, sonra mesela Acapulco'da uzun bir tatil yapmak isterim. Mayalarla, Azteklerle, piramitlerle buluşmayı elbette isterim de, en çok tahta masalara oturup tekila içerken mariachi'leri dinlemeyi düşlerim. Hal böyleyken Meksika ile ilgili ne varsa okumaya da çalışırım. Bu vesileyle elime geçen kitaplardan üçü var bugünkü tanıtımda. Olur da benim gibi Meksika düşleri kuruyorsanız, bir bakmakta fayda var. (ps: şu sıralar domuz giribi var evet... oradaki insanlara şifa diliyorum, sonra da bu gribin de kuş giribi gibi dünyayay yayılmamasını umuyorum.)

Şapkanın Altındaki Kıta Latin Amerika Oya Ayman’ın kitabı. Gazeteci Ayman hayallerini ertelemeyerek beş aylık bir tura çıkmış. NTV'de belgesel olarak da yayınlanan bu Latin Amerika gezisini kitaplaştırmış. Ayman kitabın başında, "Allende'nin tutkulu kahramanları... Marquez'in fırtına öncesi siesta'yı yaşayan kasabaları... Bir avuç sömürgeci tarafından yok edilen milyonlarca yerlinin, askeri rejimlerin baskısına direnen gerillaların mücadelesi... Dört duvar arasına sığmayıp sokaklara taşan renkli yaşamı... Ya da bütün bu öyküleri anlatan panflüt ezgileri... hangisi daha etkindi bilmiyorum, ama aklımda hep bir gün Latin Amerika'ya gitmek vardı." diyor. Diyorum ya herkesin aklında bir yer, herkesin aklında başka türlü imajlar.

Ayman turuna Ekvador'la başlıyor. Yolculuğu Peru, Bolivya, Şili, Arjantin ile devam ediyor. Nihayet Meksika'ya varınca benim de keyfim yerine geliyor. Betondan bir cangıla benzetiyor Mexico City'yi. beton cangılın bitiminde elbette yoksul gecekondu mahalleleri. Polis sirenleri, işportacılar, metro dehlizlerinden çıkanlar, taco satıcıları, sebze pazarları. bataklıkta kurulmuş bir kent. Görmediğim ama gözü kapalı sevdiğim o kent... Heyecanla okuyorum yazdıklarını Ayman'ın, fotoğraflara uzun uzun bakıyorum.... Bir gazetecinin gözünden koca bir kıtayı, Latin Amerika'yı yani dolaşıp geri geliyorum eve. Şimdi ihtiyacım olan tek şey yazarın dediği gibi hayallerimin peşinden gitmek için gerekli cesareti bulmak...(şapkanın Altındaki Kıta Latin Amerika, Oya Ayman, MB Yayınevi, 2006)

Meksika Masalları'nın kulağıma fısıldadıklarına gelince... Her masalı kendine mesken edinen mısır tarlaları ne güzel... Ocakta pişen iguana bize ne kadar uzak değil mi? İnsanın hırsız bile olsa bir işi en doğru şekilde yapmasını öğütleyen masal ne ilginç... Ülkeleri tanımanın bir yolunun da masallardan geçtiğini söylemek doğru değil mi? Tembel mi tembel bir Chanito var mesela, her ülkenin masalında yok mudur böylesi tembel birisi? Ve her ülkenin masalında bu tembel adama söylenen tümce değişmeyecek midir, tıpkı bir Meksika masalında "Chanito, sana artık tortilla vermiyoruz." tümcesi sizi gülümsetmiyor mu? Meksika'ya giderken yanınıza bu masalları da alın en iyisi siz. Masal iyidir, masal okumak, dinlemek, hele size birinin o masalları fısıldaması şahanedir. (Meksika Masalları, A. Cengiz Büker, Okyanus yayınları, 1995)

Gülten Dayıoğlu çocukların çok sevdiği bir yazar. Dayıoğlu çocuk kitapları yazmasının yanı sıra, gezdiği gördüğü yerleri anlattığı kitaplarıyla da tanınıyor. Meksika'ya Yolculuk da yazarın kitaplarından bir tanesi. Nasıl zarif, nasıl içten bir anlatımı var, okuyunca göreceksiniz. Yolculuğa en başından, uçak yolculuğunu da anlatarak başlayan yazarın bavullarının kaybolmasını dillendirişi bile çok sevimli. Katıldığı turu enine boyuna anlatan, bizi de adeta kendi grubuna dahil eden yazarın yolculuğu da Mexico City'de başlıyor. Bizi geçmiş zaman yolculuğuna çıkararak şehrin, ülkenin tarihini anlatan yazar, her gittiği şehirde bizi de gezdiriyor.

Tur yolcuları kimi yerlere gitmek istemediğinde üzülüyor, yine de mesela tek başına piramidin merdivenlerini çıkmakta kararlı. İnsanın yazarın yanında olup da "Üzülme, ben sana eşlik ederim..." diyeceği geliyor okurken. Dayıoğlu bizi pazarlarda, otellerde, lokantalarda da dolaştırıyor, Azteklerin Mayaların medeniyetlerine de götürüyor. Plajlarda da gezdiriyor, otobüslerle şehirleri, ana yolları da turlatıyor. Okuyucuya adeta sanal bir Meksika gezisi yaptıran yazarı en içten dileklerimle kutlamak ve nice nice yolculuklar dilemek ide bana düşüyor... (Meksika'ya Yolculuk, Gülten Dayıoğlu, YKY, 2004)

27 nisan


bugün onun doğum günü ama kendiminmiş gibi hissederim hep. 20 senedir doğumgünü her yaklaştığında hüzünlenir. 20 sene önce anlamayamdığım bir şeydi bu; ben çocuk olmaya devam ediyordum belki, o ise büyümeye. çocuk olup doğumgünümü kutlamak isterdim, günleri karalar, saatleri sayardım. o ise her defasında "of" derdi, "bir yıl daha yaşlanıyorum işte."

"aa" derdim, "olur mu öyle şey, büyüyoruz işte."

e ne çabuk büyüdük yahu.

yine o "yaşlanıyorum" diyecek bugün. şarap içecek, belki alengirli başka içkiler. sigara içmeyecek, küçük tenekelerindeki purolarından tüttürecek, kocaman gözlüklerini takacak bütün gün. çantasında mutlaka birkaç kitap. elinde telefonu. sms'lere cevap verecek.

arayan birkaç kişi için yüzünü buruşturacak, kimini açmayacak, kimini açıp kısacık konuşacak. ben aradığımda "büyüdün mü?" diyeceğim yine, o "yaaa, yaşlandım" diyecek...

iyi ki doğmuş. hayatımda olduğu için ne şanslıyım. hem sonra yaşlandığımızda- gerçekten yaşlandığımızda- beraber oturacağız, plak dinleyecek, elvin'in bizi ziyarete gelmesini bekleyeceğiz.

Salı, Nisan 21, 2009

cesur köpek

elvin'in okulunda dünya tatlısı bir drama öğretmeni var. isterdim ki benim de böyle bir öğretmenim olsun, isterdim ki yurdumun bütün öğretmenleri onun gibi olsun.

drama dersinde çocuklara yaptırdıklarına ilaveten aşırı iyi bir gözlemci, notlar alıyor öğrenciler hakkında, veli toplantısında kapısında kuyruklar oluşuyor ve süre yetmiyor! bu yüzden toplantı dışında da velileri kabul ediyor.

bugün onunla görüşme vardı. çocuklara kendilerini ve aile bireylerini hayvanlara benzetmelerini istemiş. nedenleriyle birlikte anlatmalarını bir de. bizimki tahmin edilebileceği üzere kediye benzetmiş kendini. nasıl bir kedi? akıllı, sevimli ve yaramaz bir kedi:)

ben? bir köpek. cesur, güçlü bir köpek. yaşasın.

Cuma, Nisan 17, 2009

küçük şeyler büyüdüler


last chance harvey- dustin hoffmann ile emma thompson. güzel film, şimdi izledim...
insanın içini açan, içini acıtan şeyler var. hayat gibi, gerçek gibi.

gelelim blog işine...

bu blog bir kez daha hatırlatmak isterim; edebi kaygılarla yazılmıyor. edebiyatçılar da insan nihayetinde ve evet, edebiyatçıların edebiyat dışında hayatları var.

ihtisaslaşmış bloglara özel bir hayranlığım var ama oradan buradan yazan bloggerların bloglarını da seviyorum. bu blog da öyle. minik bir iç dökme. hayatın kendisi değil, olamaz. birkaç paylaşmak istediğim şey için bu blog diyelim...

bu konuyla bağlantılı olarak bir iki şey daha söylemek isterim; blog benim kişisel bilgilerimi ortaya döküp saçtığım mecram da değil. böyle bir mecraya sahip olmak istemem. yalnızca kimi zaman hayatın küçük hoşluklarını paylaşmak isterim. niyetim bu blogda bu.

ve evet, şimdi de yukarıdaki konuyla bağlantılı olarak son olarak şunu söyleyeyim; adsız bütün yorumlara itirazım var. bu blogda adını yazmayan kişilerin yorumlarını görmek istemiyorum. bununla birlikte blog benimse eğer, böyle bir karar verebilme yetisinde de olduğumu düşünüyorum.

ben bu blogu birileri benimle "didişsin" diye yazmıyorum. ama birileri a bravo, şahane desin diye de yazmıyorum. "iyi yorum bırakılsın, kötü bir şey istemem" de demiyorum, yanlış anlaşılmasın.

sadece hayat kısayken birilerine cevap yazmak, sonra onun bana bir şey yazması, derken yanlış anlaşıldığımı düşünüp tekrar bir şey yazmak istemiyorum.

ben 38 yaşındayım... yirmilerimde hırçın, kimi zaman öfkeli bir insandım. kalp kırabilirdim. otuzlarımın başında sakin olmayı öğrendim, kalp kırmamayı, herkesle iyi geçinmeyi, dert etmemeyi, dert vermemeyi, yanlış anlaşılmaları engellemek için elimden geleni yapmayı öğrendim.

bu yüzdendir ki hırçın hiçbir şeye, hele tanımadığım insanlardan gelen yorumlara ihtiyacım yok.

budur..

Salı, Nisan 14, 2009

yaş 35 imiş


blogger olduğumda. geçmiş aradan tam üç sene. baktım o ilk yazılara; birini seçtim, koydum buraya.

rod fan
Bezden bir Bart Simpson var bende; yüz yıldır falan beraberiz. Şimdilerde küçük tuvalette duruyor; üzerinde çocukluğumdan kalma rozetler, iğneler. Geçen gün gözüm takıldı; bir de baktım, bir Rod Stewart. Aman Tanrım! Adam acayip genç, kırklarında falan. Ben bu rozeti on iki yaşımdayken Oxford'dan almıştım. Aradan 23 koca yıl geçmiş. Bana ilginç gelen şey şu oldu aslında; ben hala bir Rod Stewart fan'ıyım.

Oradan da şu noktaya atlayıverdim, demek ki zevklerimiz daha çocukken oluşuyor. Eh, bunu bilmeyen var mı diyeceksiniz? Tabii de, yani üzerine ne inşa ederseniz edin, mesela müzik için konuşursak üzerine son yirmi yılda yüz bin şarkı, bin şarkıcı da dinlemiş olsanız ilki baki. Yani o tuğla öyle sağlam bir şekilde yerleştirilmiş ki zamanında, geri dönüş yok. Rod Stewart'ı hala çok severim, hala rock ve pop-rock dinlerim.

Bu noktadan şuna da geldim tabii, çocuklarımızın "üstün" zevkleri olsun istiyorsak, onları bunlarla erkenden tanıştırmalıyız, böylelikle sonradan kendi tercihlerini yapacaklardır. Ve umarım büyüdüklerinde "of of kömür gibi yanıyorum" demeyeceklerdir....

Pazartesi, Nisan 13, 2009

vahim

çok vahim değil mi olanlar? vahim... başka hiçbir sözcük uygun değil...

sanal kumanda???

Tv kumandası tarihe karışıyormuş, bilmem geçen gün bu minik haber dikkatinizi çekti mi? Nasıl bir şey olacakmış? Televizyonun altına yerleştirilen bir çip sayesinde tv havaya çizdiğimiz parmak hareketlerini takip ederek ileri geri gidecek, sesi açacak, kısacak…

Yahu, kumandaya kavuştuğumuz tarih dün gibi… Biri kalkar kanal değiştirirdi, zulümdü zulüm… Genelde de evin en küçüğüne düşerdi bu iş, bizim evde bana! Uzun bir süre de izlerdik aynı kanalı, nerede öyle beş dakikada bir başka kanala geçmek? Hem sonra kaç kanal vardı ki geçelim başka yere? Kumandanın gelişi ile eve takılan VHS videonun heyecanı bakidir mesela bende. Dün gibi hatırlarım. VHS şurada mı dursun, burada mı? Kaset nerden alacağız, falan filan…

O değil de kumanda ciddi değişiklikti. Bizim bir tanıdık kızını kandırıyordu. Hadi kızım, kanalı değiştir. Çocuk kalkıyor yerinden, hop baba değiştiriyor kumandayla çaktırmadan. Ne günlerdi yahu…

Şimdi demek sanal bir şekilde değişecek kanallar. Ama bu yeni nesil tv savaşlarına neden olmayacak mı? Kimin parmağını dinleyecek bu tvler bakalım? Evde kumanda bir tane, parmak bir sürü. Pek heyecanlı bir konu, yaz yaz bitmez… Durayım en iyisi.

kolay mı canım, aaaa

Osman Müftüoğlu yazıyor; ben cevap veriyorum;

Sağlıkta bahar temizliği zamanı


Bu sabah size iyi bir teklifim var: Gelin bugünden başlayarak hayatınızı birazcık değiştirin. Ay süper fikir, heyecanlandım.Size hayatı sağlıklı ve keyifle sürdürmenin bazı ipuçlarını aktaracağım. Eğer hayatı ıskalamak istemiyorsanız bir kez daha deneyin. Yaşam ve yaşlanma hakkındaki görüşler derinden değişiyor, neredeyse sessiz bir devrim gerçekleşiyor. Gelin bu "bahar temizliği"ne hayır demeyin. İnsan, "tamam, bu sefer yapıcam, söyle diyor...Hadi bakalım.

BU sabah gazetenizi elinize daha kahvaltıyı yapmadan aldıysanız, güne ılık bir bardak su içerek başlayın. Suyun içine birkaç dilim limon, birkaç yaprak nane atarsanız keyfiniz daha da artacaktır. Yok, kahvaltı faslı bitti. Ayrıca ılık su içemem ben, mümkün değil. Çok zor değil kabul ediyorum. Bilmem, belki içerim. Hadi bakalım...Bugünden itibaren kahvaltınızı da yavaş yavaş farklılaştırmaya başlayın. Kendinize her zamankinden farklı olarak ceviz, kayısı, meyveli yoğurt ağırlıklı bir kahvaltı hazırlayın. Meyveli yoğurdu hazır almak yerine, yarım yağlı bir yoğurdun içine taze meyve dilimleri koyarak sizin yapmasını tavsiye ederim. Ceviz, kayısı ve meyveli yoğurt bir kahvaltı değil bana göre. Hele yoğurda meyve katmak asla bana göre değil. Hatta korkunç bir fikir.

Eğer işiniz evinize yakınsa bugün işe yürüyerek gidin. Uzak bir yerde çalışıyorsanız, dolmuştan, otobüsten birkaç sokak önce inin, son 15-20 dakikalık bir mesafeyi yürüyerek gidin. İşe yürüyerek gidemem, gittiğim bir yerin de uzağına araba park edemem, bu doğal şartlar yüzünden mümkün değil. İş yerinizde herkese günaydın demeyi ve gülümsemeyi de ihmal etmeyin. Bugünün farklı bir gün olduğunu ve bundan sonra her şeyin daha farklı olacağını hissedin, hissettirin. İşinize daha bir keyifli sarılın. Dinlenme aralıklarında bilgisayara dalıp gitmek yerine, arkadaşlarınızla sohbet edin. Araştırmaların tümü işyerinde mutlu bir çalışma ortamı oluşturanların daha uzun ve sağlıklı yaşadıklarını gösteriyor. Bu maddeleri sevdim ama enteresan değil. Normal bir insan zaten böyle davranır.


Bugün öğle yemeğini sakın ofisinizde yemeyin! Hele hele masanızda yalnız başına yemek yemeyi asla düşünmeyin! Öğle yemeğini dostluklarınızı geliştirmek ve kendinizi ödüllendirmek için fırsat zamanlarına çevirin. Hafif ama güçlü protein kaynaklarına yönelin. Olanağınız varsa ızgara balık veya balık buğulama, haşlanmış ya da ızgara et-tavuk deneyebilirsiniz. Protein ihtiyacınızı karşılamak için peynir, yoğurt, hatta ayran bile iyi seçimlerdir. Öğle yemeklerinize ne yapın edin bir gökkuşağı salatası eklemeyi de ihmal etmeyin. Salatanızın içinde kırmızı-yeşil biber, havuç ve domates mutlaka olsun. İkinci bir yemek ısmarlayacaksanız o da zeytinyağlı olsun. Öğle yemeğinde alkol almayın. Alsanız bile bir kadeh şarap ile sınırlayın. Yemeği kısa kesip en yakın parkta biraz yürüyebilirseniz yatırımınızın değeri daha da artacaktır. E iyi de olmuyor öğlenleri öyle gökkuşağı salata, bi zeytinyağlı. Çalışıyoruz biz Osman beyciğim, Osmanbey'de çalışmıyoruz ama. Yurdumun belli satıhlarında iş yapıyoruz ve öğlenleri gökkuşağı salatası yapan yerler yok buralarda.

Bugün akşam işten çıkarken eve iş götürmeyin. Nasıl yani? Mail geliyor, bişey yazmam gerekiyor. Yazmayayım mı? o zaman nasıl para kazanacağım? Zamanınız varsa akşamüzeri de yine biraz yürümeyi ihmal etmeyin ya da eşinizle dışarıda bir yerde buluşup biraz sohbet etmeyi deneyin. Sohbetinize ekmek içi balık, peynirli ya da ton balıklı bir sandviç veya bir parça peyniri katık bile edebilirsiniz. Sohbet etmeyi denemek? Bu güldürdü beni. Sohbet edemiyoruz yani, denememiz lazım.

Akşam yemeğiniz hafif olsun. Bu akşam yemeği erken yemeye, yemekten önce biraz egzersiz yapmaya gayret edin. Akşam yemeğini eşiniz (ve dostlarınızla) hayatı paylaştığınız keyif zamanları haline getirmeyi unutmayın. Alkol almamak, alsanız bile abartmamak koşuluyla bu yemeği bazen biraz uzatmanızda fayda bile olabilir. Kötü haberleri izlemek, korku filmleri seyretmek, karmaşık siyasi senaryoların tartışıldığı programlarla ruhunuzu didiklemek yerine, eğlenceli bir film veya dizi izlemeyi tercih edin. Mutlaka televizyon izlemek zorunda da değilsiniz. Kitap okumak, eşinizle sohbet etmek, hatta sevişmek gibi (!) seçimler de var. Maddeler güzel de; haber izlemek, gündemi takip etmek gerekiyor. Bunu da bir zahmet es geçmeyelim.

Motivasyonun önemi

Yatmadan bir saat kadar öncesi alacağınız hafif bir duşun, dinleyeceğiniz keyifli bir müziğin, ruhunuza hediye edeceğiniz inanç yolculuklarının, huzur odaklanmalarının, gözünüzün önünden geçireceğiniz iyi ve güzel anıların size mükemmel bir uyku sağlayacağını da aklınızdan hiç çıkarmayın. Eh, katılmamak mümkün değil de her gün uygulamak zor. Zira insan yatağı zor buluyor kimi gün.

Bu yeniliklerin hiçbiri zor şeyler değil. Böyle bir sistemi binlerce farklı değişiklikle süslemeniz de mümkün. Bu değişiklikler sadece bir şeye bağlı: Motivasyon. Eğer isterseniz sadece başarmakla da kalmaz bu değişimleri kalıcı hale getirebilirsiniz.

Başta da söylediğim gibi sizi iyileştiren şeyler sadece yiyip içtikleriniz, verdiğiniz kararlar değildir. Sizi siz yapan temel faktörlerden biri ve belki de en önemlisi motivasyonunuz ve bunu sürdürme becerinizdir.

Gelin bu teklifi ciddiye alın. Ciddiye almakla da kalmayın hayatınızın bir parçası yapın.

Şimdi şöyle Osman Beyciğim; siz makul şeyler söylüyorsunuz tamam. Birçok sağlıklı yaşam gurusu çok daha abartılı reçeteler veriyor, ona da tamam. Ama sorun şu ki, en makul öneriler bile bazen biz "sıradan" bireyler için fazla abartılı olabiliyor. Hayatı öyle hafif hafif yaşamak hiç kolay değil, gülmek, erken yemek yemek, gökkuşağı salatası ısmarlamak, işe yürümek falan... Basit gibi görünen bu önerileri gerçekleştirmek bile kolay değil...
Öyle işte. Budur. Siz bloggerlar nasıl iyileştiriyorsunuz hayatınızı? Hazır bahar gelmişken neleri değiştirmeye çalışıyorsunuz? Ben bir sonraki yazıya bir iki madde yazabilirim gibi geliyor. Hadi dağılalım şimdi:)

Pazar, Nisan 12, 2009

yiğit'ten yeni pazar incileri:))

okurken pek eğleniyorum yahu:)))

Marjinal kitle için sadece çok kısa bir süre önce Kemal Doğulu'yla beraber olmak ne kadar popüler bir şeydi! Şimdi ise Doğulu'nun hayatındaki insanlar için bir dönem onunla anılmak, hayati bir hata olarak adlandırılıyor.

Geçenlerde bir yerlerde saçlarını sarıya boyadığı fotoğraflarını gördüm. Gerçekten onun adına utandığım anlardan biriydi. Kolları kıllı, platin sarı bir popçu... Tarık Mengüç bile bu kadarını yapmamıştı! Kemal Doğulu'nun gaylere yaptıkları bu kadar değil aslında. 90'lı yılları yaşayanların elinden, o döneme ait bir diva'ya sahip olma ihtimalini aldı. Bir döneminki Zeki Müren'di, ondan sonra gelenler sıkı sıkıya Ajda'yı sahiplendiler. 90'lar gayleri de, Hande Yener'i alacaktı. Ama hırsı yeteneğinden daha fazla olan bir çocuk bunu oturduğu yerden mahvetti. 'Sana taptığım yıl geçen seneydi' gibi harika hit'ler söyleyen kadını 'Şekerim, gel seni Madonna yapacağız' diye aldı ve yüzüne gözüne bulaştırdı.

Pardon ama 10 yıl önce Zeki Doğulu'nun yanında yerleri süpüren çocuk mu yapacaktı Türkiye'nin Madonna'sını? Üstelik uydurulan Madonna imajının aynısını Lerzan Mutlu fotoğraflarına kullanmasına ne demeli?

Hande Yener'in geçen hafta albümü çıktı. İnsanlar artık bir Hande Yener albümünü onun ne kadar kötü olduğunu konuşmak için dinliyorlar. Doğulu için şimdi yapılacak tek şey, mahvettiği bir kariyerin ardından, saçları normal kestane rengine boyayarak Mersin'e dönüp, Yuvam Berber'de tekrar işe başlamaktır.

yiğit karaahmet, akşam

Çarşamba, Nisan 08, 2009

oku-ya-mıyorum

hiçbir blogu okuyamıyorum bu ara... kim ne yapmış bilmemek tuhaf.
vakit yok.
dönerim bir ara. herkes iyidir umarım...

Pazartesi, Nisan 06, 2009

modamodamoda


bültenlerle boğuşmaya devam... ama bitti. bu camper beni öldürecek. tasarımsa tasarım. evet, camper sanat eserleri yaratıyor. tekrar karar verdim.

Perşembe, Nisan 02, 2009

lale ile matkap


sabah beri yan komşuda bir faaliyet. matkap sesi sabah beri bizim evin içinde.

gram çalışamadım ve matkap hiç durmadığından gerildim...

gerilince iyi şeyler düşüneyim dedim. iyi şeylere bakayım...
evdeki lale geldi aklıma. sarısı da mevcut. yine de matkap öldürecek beni.aaaaa. hava da karanlık. güneş de yok. kazak giydim bir de yine... matkap sesi de var. aaaaa

markafoni iyi:)))


markafoni davetiye sistemiyle çalışıyor. şu an ferre gözlükler 150 lira civarında. bil's ve d&g devam eden satışları. bazen çok ciddi bir indirim oluyor. sade, anlaşılır, net ve iyi bir alışveriş sitesi.

ben bir sürü kişiyi üye ettim bile:)) daha da "davetiye gönder bana da" diyen varsa, mail adreslerinizi bana bırakmanız yeterli.

Çarşamba, Nisan 01, 2009

sunummmmmmmmmmmm






bu sezon ne moda?



hani yorgunum dediğim gün, yüze yakın basın bülteni okudum, okumakla kalmadım, kestim biçtim, düzelttim, dergiye koydum. basın bültenleri konu giyim olunca çok uçuk oluyor, bilmem bilir misiniz?

mesela şu çok klasik bir başlangıçtır; Rahatından ve lüksünden ödün vermeyen, zevkleri ve ihtiyaçları da hızla değişen ve gelişen hafta sonunun tadını çıkarmak isteyenler için tasarlanmış ...

şöyle cümleleler illa olur; 2009 yazının minimalist çizgisine, floral hayallerle renklenen naif bir başlangıç...

kimi sözler şablon gibidir; Bej, camel, indigo, lacivert ve beyaz zeminlerde kullanılan, ince, silik çizgiler, doğal kumaşlara farklılık katarken, çizgisinden vazgeçmeyen xxx erkeğine, modern – klasik bir hava kazandıracak.

neyse efendim; ben bunlarla boğuşurken konu neyse ki yeni sezondu. madem mağazaları gezemiyoruz, bari ne var ne yok öğrenelim...

onca bülten ve fotograf ile boğuşurken bir iki şeyi pek beğendim. bloggerlarla paylaşayım dedim. tulum fikrine karşı olsam da -biliyorsunuz bu sezon moda!!!- roman'dan bu giysi çok zarif göründü bana...

öyle işte. haha. ne manasız bir post!!! nisan rehavetine bağlıyorum halllerimi...