Salı, Ekim 19, 2010

Dünyayı Kurtaran Çocuklar

“Gelin Dünyamızı Kurtaralım”ı sadece bir çocuk kitabı olarak nitelemek imkansız. Öyle olsa bile içinde hepimizin öğreneceği ve elbette dünyamızı kurtarabilmek üzere yapabileceği pek çok faydalı öneri var. Jacquie Wines tarafından yayınlanan ne nefis resim ve grafiklerle süslü bu kitap iki yıl önce İnkılap Yayınları’ndan çıkmış( umarım yeni baskılar yapmıştır).

Wines çocuklara “Dünyamızı kurtarmak senin elinde” diyerek çevreci birçok öneri sıralıyor kitabında. Dünyanın geleceği ile ilgili “fark yaratmak” sahiden de mümkün. Bakın önerilerden birkaçı şöyle mesela; “Stand-by konumunda bırakılan bir renkli televizyonun, o an, açıkken harcadığı elektriğin % 85’i kadar elektrik harcadığını biliyor muydunuz?”. Yani milyonlarca lira para boşuna harcanan enerjiye gidiyorken yapmamız gereken şey tasarruf! Yumuşatıcı kullanmayın, az kirlileri soğuk suyla yıkayın, aspiratör kullanmak yerine camları açın, kurutma makinesi yerine çamaşırlarınızı asarak kurutun gibi önerilerin sıralandığı kitap aynı zamanda örneğin sera gazlarının dünyamıza zararını da anlatıyor.

Kuş evi yapmaktan balkon ve bahçemizde sebze yetiştiriciliğine, minik göller oluşturmaktan deterjan yerine doğal malzemelerin kullanımını teşvike kadar pek çok faydalı bilgi veren kitabı okuyan çocukların büyükleri yönlendireceğine garanti gözüyle bakabiliriz. Zira bizim bilmediğimiz pek çok şeyi öğrenmiş olacaklar ve bu da inanın büyük bir mutluluk.

Alışveriş bölümünde çocuklara alışveriş listelerinin öneminden bahseden yazar “Meyve suyu içmek yerine meyve yiyin. Çabuk hazırlanan ve tüketilen gıdalardan uzak durun. Enerjiyi boşa harcamayan aletler kullanın” gibi önerilerde bulunuyor. Geri dönüşümle ilgili bölümün yanı sıra hayvanları kurtarmakla ilgili bölümüyle de kitap dikkat çekiyor. “Gelin Dünyamızı Kurtaralım” sevimli yazım diliyle ve içeriğiyle her çocuğun evinde, elinde bulunması gereken bir kitap. Böylesi kitaplara çok ihtiyacımız var.

Pazar, Ekim 17, 2010

ev...




Taşınma telaşesi sürünce başka hiçbir şeye konsantre olamıyor insan. Varsa yoksa yeni evim, üstüne üstlük eski evden nasıl, ne halde taşınacağım... Hiç taşınmamış olanlar, hayatlarını tek bir evde geçirenler taşınanın halinden pek anlamazlar gibi geliyor bana. Son on yılda, dördü aynı sokakta, ya aynı apartmanda veyahut da bir iki yanındakinde hayatını geçirmiş biriyim, ev bağımlılığım olmasa da sokak ve site bağımlılığım olduğunu kolaylıkla iddia edebilirim. Bu beşinci evle taşınma işime bir nokta koymayı planlasam da, taşınmak nedir biliyor olsam da, yine de o karşı konulmaz stres beni de sarmış vaziyette.

Hazırlıklar yapmam, kitaplarımı mesela kutulara koymam gerekirken yaptığım her türlü iş fuzuli geliyor mesela bana. Bir yerde yaptığım en ufak bir düzenleme “Aman, ne gerek var” cümlemle son buluyor. Bu yüzden de ev biraz da savaş meydanına dönmüş gibi.

Ne gerek var’cı zihniyetim yüzünden perperişan bir (eski) evim var. Bu kolay vazgeçiş de enteresan aslında; içinde oturduğum eve iki yıl boyunca verdiğim değerin zerre kadar önemi yok şimdi; zira onu terk ettim, yenisine odaklandım ve her ne kadar birlikte yaşıyor olsak da ona yüz vermiyorum. Tıpkı ilişkiler gibi. Evle ilişkimi kafamda sonlandırır sonlandırmaz yabancılamaya başladım da denebilir; artık bana ait değil, çok yakında bir başkası şu salonda oturacak, şu yatak odasında uyuyacak. Ben o sıra çok uzakta (öndeki apartmanda) olacağım. Geçmişi yad etmem kolay; çık balkona, şöyle bir bak, karşında eski ev. Bana ait olmayan, yaşanmış ve terk edilmiş bir “şey”.

Böyle böyle duygularla evimle nankörce vedalaşma safhasındayım. “Zaten banyon da çok karanlıktı” diyebiliyorum gönül rahatlığıyla, hem sonra salonun gereksiz yere büyüktü… Hakkını da vermiyor değilim; “Mutfağında masama oturup gelen geçeni izleyerek birçok kahve içtim, dalgın dalgın bakıp berjerlerimden manzaranı izledim salondan” da diyorum. İyisiyle kötüsüyle beraberliğimizi noktalıyoruz işte. Magazin sayfalarında sıkça kullanıldığı üzere artık yeni bir hayata yelken açıyorum. Eski ev, eski hayattır bu durumda. Öyleyse elveda.

Cuma, Ekim 08, 2010

"hamarat"lar aranıyor

hamaratdiva'yı bilirsiniz. enhar'ı da bilirsiniz. eh bilmiyorum derseniz de hamaratdiva.com'u ziyaret edebilirsiniz. hamaratdiva'nın atölyeleri başlıyor. hamaratatolye.com'dan bilgi alabilirsiniz. ayrıca da efendim; pozitif tv'de yayınlanan hamaratdiva tv de üm hızıyla devam ederken sizlere de bir seslenelim dedik;gelin, hamaratlığınızı, maharetinizi gösterin. örgü kuş mu yapıyorsunuz, gelin bir de on dakikalık programımızda yapın, kağıttan taçlar, kolyeler, bilezikler, çantalar, çocuklara faaliyetler... lütfen bana yazın...

efendim, bu da atölyelerle ilgili bültenimiz; katılmak ve bilgi almak için de en aşağıda telefon mevcut:


Kendi Spa Ürünlerinizi Yapın, Cupcake Süsleyin, Fotoğraf Çekin
- Üstelik sadece birkaç saatte!-

Hamarat Atölye’de yarım ya da tam günlük atölye çalışmalarına katılanlar kendi el emekleri olan şık bir çanta, lezzetli bir kurabiye, mis kokulu sabunlar ya da örgü bir oyuncak kuzunun sahibi oluyorlar...

Sımsıcak bir ortamda stresten uzak birkaç saat geçirmek isteyenler için Hamarat Atölye doğru adres. Bağdat Caddesi’nde yer alan Hamarat Diva Atölyeleri’nin ekim ayı programında birbirinden renkli atölyeler var. Gerekli tüm malzemelerin ekstra bir ücret almadan edildiği atölyeler için rezervasyon yaptırmaksa mecburi. Maksimum altı kişiyle yapılan atölyelerin ilki 11 Ekim’de gerçekleşiyor.

Dilşah Akova’nın eğitmenliğindeki sabun ve banyo tuzu atölyesi saat 11 Ekim 2010 tarihinde 11.00’de başlayacak ve 16.00’da sona erecek. Didem Özcan’ın eğitmenliğini yaptığı butik kurabiye yapımı ise 20 Ekim tarihinde yine yarım gün olarak yapılacak. Ünlü fotoğrafçı Pemra Yüce ise 17 ve 23 Ekim tarihlerinde fotoğraf atölyesinin başında olacak. İstanbul’u gezerek fotoğraf eğitimi alan kursiyerler açık havada fotoğraf çekimini öğrenerek çektikleri


fotoğrafların kritiğini yapma fırsatı yakalayacaklar. 24 ve 27 Ekim tarihlerindeyse Didem Özcan eğitmenliğinde cupcake süsleme atölyesi yapılacak.

Hamarat Atölyeler kasım ayında kumaş çiçek yapımı, çocuklarla kurabiye süsleme, scrapbooking, kart yapımı ve baskı, portre ve obje fotoğrafı çekim teknikleri, Brezilya nakışı ve dikiş ile devam edecek. Dileyenler 0 544 783 9692 numaralı telefondan ve hamaratdiva.com adreslerinden bilgi alabilecek.

Çarşamba, Ekim 06, 2010

New York New York



Birkaç küçük işaret beni New York kitaplarına götürdü. Alain de Botton Seyahat Sanatı isimli kitabında seyahati beş bölüme ayırıyor; kalkış, nedenler, doğa, sanat ve dönüş. Hepimiz için seyahat kavramı tam anlamıyla bu beş maddeden oluşmasa da Alain de Botton’un tespitlerine katılmamak olanaksız. “Seyahatin bize sunduğu gerçekliğin, beklentilerimize hiçbir zaman denk düşmediği fikrine az çok aşinayız.” diyor Botton. Botton, yeni yerlere daima tevazuyla yaklaştığımızı, kendi yaşadığımız çevreyi ise ilk başta tanımaya gayret ettiğimizi ama daha sonra bunun için hiç çaba harcamadığımızı söylüyor kitabında. Oysa seyahat etmek yazara göre kalıplaşmış fikirlerimizden kurtarıyor bizi, her şeyi yakından incelemek istiyoruz başka bir yerdeyken... (Sel Yayıncılık)

Serdar Turgut’un, Şahsi bir New York Biyografisi isimli kitabı “Her şey son derece soğuk bir Ocak ayında başladı. 1973 yılında, 18 yaşımda bir Pan-Am uçağına atlayıp New York’a uçtum.” sözleriyle başlıyor. O andan itibaren de bir daha New York’tan kurtulamayan ve hatta kurtulmak da istemeyen Turgut’un kitabı için elbette seyahat kitabı demek olanaksız ama eğer New York’a yolculuk etmek gibi bir planınız varsa, bu kitap da pekala değişik bir bakış açısı sağlayacak size. “Ruhen” New York’a uyum sağlayan Serdar Turgut, kendi New York’unu anlattığı kitapta okurlara sokak kültüründen lokantalara, sanattan New York’u konu edinen filmlere kadar pek çok farklı yönden gösteriyor bu kenti bize; “Bu kitabı okuyan okurlar arasında sabah saat 05.30’da Broadway’in nasıl gözüktüğünü bilebilecek insan sayısı bir düzineyi geçmez.” diyor bir de, insanın derhal valizini toplayıp gidesi geliyor bu tümceyi okuyunca. New York’a gidilsin ve kitabın yeni baskısında bu tümceye bir kişi daha eklensin... (YKY)

Buket Uzuner’in kitabıysa New York Seyir Defteri adını taşıyor. İlk olarak 2000 yılında Remzi Kitapevi tarafından yayınlanan kitabın çok özel, spiralli, tam da yanınıza alıp da New York’u görmeye gitmek isteyeceğiz türden bir baskısı vardı. Derken kitap yeniden yayınlandı. Hangisini bulursanız bulun, New York’la ilgileniyorsanız edinmeniz gereken bir kitap bu da. Buket Uzuner, herkesin kendi New York’u olduğuna inanıyor ve “Buyurun Manhattan’a beraber çıkalım.” diyerek bizi kendi kentine götürüyor. Tanıdığı New Yorklu insanları anlatışı hep bir ipucu kenti tanımak için... Daha sonra mekan portreleri geliyor. Çin Mahallesi’nden, Times Meydanı’na, Brooklyn Köprüsü’nden sanat müzelerine kadar pek çok görülesi yerde rehberlik ediyor bize yazar. (Everest Yayınları)

Salı, Ekim 05, 2010

Teknoloji Bağımlılığı

Bazen teknolojiye bağımlı mıyım diye düşünüyorum. Ama yok, Türkiye’ye gelen ilk IPhone 4’ü alabilmek için fellik fellik araştırma yapan, sonra gidip kapısında bekleyen biri olamam, bu bana göre değil. Yine de IPhohe’um olsa mı acaba diyen bir kimseyim, anteni çekiyordu çekmiyordu yazılarını niye okuyorum diye kendime soruyorum. Peki IPad? Ne hoş görünüyor değil mi? Kitapları bir de bu şekilde okumak iyi olmaz mıydı? Bir IPad’im yokken idefix ve amazon’daki e-kitapları ve fiyatlarını incelememe ne demeli?

Bir plazma tvsi olmayanlardanım ama ben. 8Dün aldık bir tane...) MTV’nin Crips diye bir programı var; ünlü ve zenginlerin evlerine konuk olunuyor. Bakın orada beyzbolcu bir adam şöyle demişti; “Evinde bir plazma tv’in yoksa sen bu hayatta bir looser’sın(kaybeden)… Hayda, bir looser olmadığım kalmıştı.

Ama bir dijital fotoğraf makinesinin arkasından epeyce koşmuşluğum da var, hangisini alsam, slr’lar pek pahalı ama hayır, kesin slr olsun diyerek… Hem sonra daha kimseciklerde yokken 1996 yılında ilk dizüstü bilgisayarı kapıp yüksek lisans yaptığım İngiltere’ye götürmüşlüğüm de var. Oradan mı alsaydım? Galiba aklım kimi zaman tersine işliyor. Derken yıllar sonra şu mini mini laptoplara da bir hayaran oldum ki sormayın; birden kullandığım daha da ağır ve büyük gelmeye başladı gözüme.

Hem minicik bir tane alırsam her yere götürebilir, her yerden yazılarımı yazabilirdim. Demek ki neydi? Bu bir ihtiyaçtı. Öyle öyle gidip pek sevimli, hala da hakikaten çantama atıp her yere götürdüğüm mini laptopumun ardından dururum sandım.

Olmadı.

Şimdi kesinlikle bir Flip Hd istiyorum. Minicik bir alet o da; görüntü kalitesi süper olan mini bir kamera. Kesinlikle bir ihtiyaç, at cebine çık dışarı, çekecek çok şey var zira. Onu da aldım mı hız keserim gibi geliyor, varsın olmasın plazmam, ne de olsa bir tv delisi değilim. Sonra IPhone 4 okumalarımı kesmek, bu telefon işinden uzak durmak ve teknoloji bağımlısı olup olmadığımı sorgulamaya gerek kalmadan yaşamak da istiyorum. Ama şu Flip HD’yi bir aldım mıydı… Süper olacak!

Cumartesi, Ekim 02, 2010

“İsmi Lazım Değil”in doğal tarihi


Kaka, “İsmi Lazım Değil”in Doğal Tarihi Can Çocuk tarafından geçtiğimiz günlerde yayınlandı. Şirin mi şirin illüstrasyonlarıyla, kalın ciltli bu kitap “Meraklı Kitaplar”ın Doğa-Çevre dizisinden çıktı. Kapakta bir “bilim adamı” resmedilmiş, elinde bir deney tüpü, içinde de doğru tahmin: ismi lazım değil olan ama kitap boyunca anlatılan o şey var.

Kitap arkasında şöyle diyor; “Kaka, büyük olasılıkla dünyadaki en faydalı şey. Onun ne işe yaradığını, nereye karıştığını, kaka sayesinde neler öğrenebileceğinizi ve çok daha fazlasını bu capcanlı, eğlenceli doğal tarih kitabında bulacaksınız.” Bilmem ilginizi çeker mi ama çocukların çekeceği kesin! Zira Nicola Davis’in yazdığı ve Neal Layton’un resimlediği ve Egem Atik’in çevirdiği kitap “Yetişkinler bu konuda utangaçlar…” diye başlıyor ama ya çocuklar? Bu konuda hiç de utangaç değiller ve “kakam geldi” diyebildiklerine göre kitabı da mutlaka sevecekler!

Kitabı okuyanlar bir hayvan türünü sadece kakasına bakarak teşhis etmeyi öğrenmelerinin yanı sıra etçil, otçul hayvanların beslenme biçimlerini, aynı yiyecekleri yiyen hayvanlar arasındaki farkları, renkli yiyeceklerin nelere sebep olduklarını ve “kakayla çözülen sorunlar”ı da öğrenecekler. Hayvanların toplu tuvaletleri olduğunu, kiminin bu tuvaletlere uğradıklarında grupta neler olup bittiğini öğrendiklerini, tembel hayvanların dört günde bir ağaçtan indiklerini de görecekler.

Peki tüm bu kakaya ne oluyor? Birçok hayvan yuvalarını inşa ediyor, hatta insanlar da tezekten faydalanıyor. Hayvanlar tohumları yiyor, taşıyor ve evet bitkiler de tam da bunu istiyor… Kitabın sonlarına doğru şu tümceyle karşılaşıyoruz; “Dünyada ne kadar hayvan türü varsa o kadar güzel kaka hikayesi var… Kaka büyük olasılıkla gezegenimizdeki en faydalı şeylerden biri. Kafanıza düşen kuş kakasının tesadüf olmaması gerek!”

Kitabın sonunda hem dizin, hem de mini bir sözlük de mevcut. İlkokul çocuklarının merakla okuyacağı bir kitap diyebiliriz; zira hem dili, hem illüstrasyonları çok eğlenceli. Bilime meraklı, doğal tarihe meraklı çocuklar için iyi bir alternatif. İyi okumalar.