Pazartesi, Eylül 10, 2007

yunan adaları...


Yunan Adaları’na gidiyoruz, hadi hayırlısı. Kararı bir günde verdik. Kızımla gideceğiz, vize mize yok ya... Kaptık pasaportu, acayip bir ilaç listesi hazırladık, iki şort, bir mayo şeklinde çıktık yola. Ama valiz niyeyse yine de pek ağır, artı bir de puset var. Atladık otobüse, Çeşme yolcusuyuz. Otobüs pop şarkıları çalıyor bangır bangır. Yanımda çocuk olmasa gidip kıstıracağım, çocuk varken ise pek memnunum halimden.


Limana yakın bir yerde bıraktı şoför. Aman tanrım, bu ne rüzgar ve ayrıca aman tanrım, bu valize ne koydum ben? Taşımam olanaksız. Gemiyi görüyorum ama ulaşamıyoruz… Taksi yok. Daha en başta her şey bu kadar zorluysa, Yunan Adaları’nda ne yapacağım ben? Neyse ki biri geçiyor yoldan. Acıyor halime. Pusetli, çocuklu ve dev valizli bir kadın… Valizi limana kadar taşıyor. Gemideyiz ve yorgunuz. Daha başlamadan perişanız, öyle diyeyim.

Akşama kadar dinlenince durum iyi. Yemek salonu Love Boat tadında. Bir yandan piyanodan Children of Sanchez melodileri yükseliyor, diğer yandan geminin bütün kaptanları sırayla ve neşeyle kendilerini tanıtıyorlar. Genç bir kadın olan stajyer kaptan çok alkış alıyor. Yemekler iyi, çeşitli. Çocuk hiçbirini yemese pilav yer. Bizimkinin oyuncak kedileri de yanında. Onlara da bir tabak hazırlayıp masanın altına koyuyor. Garsonlar başta gemiye kaçak kedi girmiş diye birbirlerini dürterken sonradan alışıyorlar duruma.


Sabah Pire’deyiz. Metro istasyonu çok yakında dendiğinden yürüyoruz. Yolda da ikide bir durup “metro nerede?” diye soruyoruz. “Yakın” deyip bizi kandırıyorlar. Yaklaşık 4 kilometre yürüyüşün ardından metrodayız! İyi ki puset var, bizimki “yoruldum” diyerek çoktan beni gemiye geri döndürmüştü yoksa. Puseti kaldırımlara indirip çıkarmaktan bacağım zonkluyor. Olsun diyorum, bu seyahat iyi geçecek…

Atina’yı gördüm daha önce. Ulusal yas ilan edildiği gün oradayız, evet, ancak Türkiye medyasının iddia ettiği üzere gökyüzü dumanlarla kaplı falan değil… Bizimkini Akropol bu yaşta enterese etmez diyerek (Ay ne ayıp bana!) şehir merkezinde kedi arayışına çıkıyoruz. Plaka civarlarındayız, güzel, hoş, neşeli sokaklardayız. Bir Yunan kedisine ihtiyacımız var… Buluyoruz neyse bir kedi, bizimkisi mest. Kâh oturup dinlenerek, kâh bir Yunan, pardon Türk kahvesi molası vererek arşınlıyoruz sokakları. Pire’ye dönüş daha kolay. Metro istasyonundan taksiye biniyoruz ve taksi şoförü beyefendinin taşımaktan hazzetmediğim ama kucağıma konuşlanan puset için ayrıca birkaç Euro tırtıklaması beni sinir ediyor.

Ertesi gün, Mikonos. Tur rehberleri ve broşürler burası için ısrarla “farklı cinsel tercihleri olanların rağbet ettiği ada” diyor. “Gayler burayı acayip seviyor” diyen yok. Bar bar dolaşamayacağımıza göre ikimizin Ada’da göreceği şeyler şunlar; yel değirmenleri, küçük Venedik ve meşhur pelikan Petrus. Küçük Venedik iki adımlık yer, zaten ölen meşhur Petrus’un replikaları da her yerde. Petrus’un boyu bizimkinin boyu kadar, o yüzden korkutucu. Hatta görmesek daha iyiymiş, acayip sesler çıkarıp hızlı hızlı küçük Venedik’i arşınlıyor… Bir Yunanlıyla sohbet ediyorum; “Ornos plajı ailelere göredir” diyor bana, diğerleri bizi aşarmış… Eyvallah diyerek soluğu plajda alıyoruz, havlu unutmuşum, güneş kremi ve şapka da… İdare edeceğiz, havlu yok ama bir sürü kedimiz var yanımızda. Kolluk da unutmuşum… İşte bu fena…

SANTORINI ÂŞIKSIZ ÇOK SIKICI

Santorini enteresan ama… Cidden. Bir kere ya eşek kullanacaksınız tepelere çıkmak için -ki merkez yukarılarda- ya da teleferiğe bineceksiniz. Teleferik kuyruğu neredeyse bir kilometre, eşekler de bizimkine pis kokulu geliyor. Gözümüz korktuğundan Santorini için tura ‘yazıldık’. Herkesi atlayıp bir yata vardık. Hatta açıklarda demirleyip şifalı sularda, henüz faal olan volkanın yanında yüzdük. Santorini’ye çocukla değil sevgiliyle gitmek lazım. Cidden âşık olunan biriyle ama… Dönerken “dünyanın en güzel gün batımı burada” diyerek adalarını pazarlayan Yunanlılara hak verip teleferik kuyruğunda, önümüzdeki çiftin kavgası yanlış bir insanla Ada’ya gelmenin ne denli sıkıcı olduğunun kanıtı gibiydi adeta. O gün batımını izlerken o kavga olmuyor yani, tezat…

Midilli bizden bir ada. Moliva’ymış, Petra’ymış, araba kiralamaymış falan bize uymadı. Son gün rehavetiyle kendimizi kafelere vurduk kızımla. Haldır haldır koşturmaya değil, beraberce dinlenmeye geldiğimizden son gün bunu layıkıyla yerine getirdik. İyi de oldu...

Çocuğuyla Yunan Adaları’na gidecekler korkmasın, mayo, havlu, terlik, kolluk, güneş kremi ve puset unutmasın. Gemi seyahati zor olur mu diye de endişelenmesin, aksine bütün çocuklar işin en çok gemi faslını beğeniyor. Durum budur, gideceklere duyurulur.
(Not: yazı cumartesi günü AKŞAM'da yayınlandı..)

10 yorum:

Tanya's dedi ki...

Ececim Hşheldin..ben bayılırım atinaya..pireye..santoriniye..öpüş kokuş adası hehe..

Yanlız ben mi birşey kacırdım cumartesi akşamdaki yazı mı başka? Güzel oda!?

Taylan Sezginer dedi ki...

Ececim,
Ben de istiyorum Santorini ve gemi...Artık gitmeme gerek, o kadar gezdim bir şu Yunanistan'a gidemedim iyi mi?

Sebnem'den dedi ki...

hoş geldin ececiğim,yazını bir solukta okudum..bende bu arada bir kos ziyareti yaptım tabii.aklında olsun.bodrumdan feribotlar kalkıyor hemde 20euro cıvarı..tabii biz yelkenliyle gittik o daha bir keyifliydi.

Aslı Cin dedi ki...

Ece ! Vay canına ! Ben bizimki ile İzmir'e gitmeyi bile macera sayarken !

Gerçi senin kızın büyümüş ve anlaşılan o ki harika bir arkadaş olmuş.

Biz?

Belki gelecek sene???

uykucu dedi ki...

ececim hoş geldin valla tebrik ederim iyi cesaret kızınla tek başına seyahat, ben eşim olmadan başa çıkamam oğlanla diyorum hemde gez toz oralarda,geçen yıl düşündüğümüz italya seyahati için arkadaşlar aman çocukla gidilecek yer değil çok yorucu dediğinden biz oğlanın üniversiteye gitmesini bekliyoruz hani bırakıp baş başa gidelim diye.şu pusetide icat edene teşekkürlerimi sunuyorum acayip hayat kurtarıyor. bebekliğinde oturmazdı şimdi inmiyor hem sizinkinin aynısıymış!elvin bayılmıştır oralara iyi tatil olmuş darısı başımıza..yazınıda okudum..

Sybella dedi ki...

Ececiğim,Hoşgelmişsin...Nasıl güzel anlatmışsın.Gezerken yorulmuşum da son gününde kafede yan masanda oturmuşum sanki:))

ece arar dedi ki...

ne güzel yorumlar bunlar... neşelendim sayenizde...

Adsız dedi ki...

Ececim valla ne iyi etmişsin.. İyi geçtiğine çok sevindim. Darısı yeni yeni seyahatlerin başına..

alimerginoglu dedi ki...

Ece, ilkbaharda leylekleri havada gormus muydun? Hazir adamlar vize istemiyorken bir de sonbaharda Dubrovnik tavsiye ederim.
www.alimrachel.blogspot.com

zibirix dedi ki...

yunan adalarına turla gitmek yapılacak en büyük hata, zira herbirinde sadece bir gün, o da kısıtlı saatler içinde duruyorlar ki bence adaların tüm heyecanı kaçıyor. ben erkek arkadaşımla yola çıkmıştım 2000 yılında ve yaşadığım en maceralı tatillerden biri olmuştu. mykonos'da bir barda yeni evli hollandalı gayin, yanında genç ve gayet yakışıklı eşi duruken erkek arkadaşımı ayartmaya çalışması, santorini'de hep önünden geçip ancak son gün girdiğimiz restoranın sahibi eski istanbul'lu maria'nın istanbul özlemiyle bizi şımartmasını ve dönüşte yunan feribot çalışanlarının greve girmesiyle samos'da mahsur kalmamız ve dört gün sonra atina'ya giden ilk feribotla 1500 kişilik alana 3000 civarında kişi olarak koridorlarda bile üst üste can havliyle gitmemize ve atina'daki taksi şoförlerinin ingilizce ve yol bilmemesinden dolayı saatlerce sokaklarda kaybolmamıza kadar gerçekten de eşsiz bir tatildi...
bana yeniden o günleri anımsattığın için teşekkürler :))