sonra diğer anne adayları, anneler...
Çocuğun yaşı büyüdükçe yanınızda taşıdığınız çantanın boyutları küçülüyor, bu iyi bir şey… Ben bir keresinde tatile radyatör götürdüğümüzü biliyorum. İki, üç günlük bir tatildi ama ya gittiğimiz yerde kaloriferler yeteri kadar ısıtmıyor olsaydı?
Anne-baba olmak böyle paranoyak bir halle başlıyor, doğduğundaki paranoyaklık düzeyi de çantayla beraber küçülüyor, ona eminim. Kimi ana-baba tabii daha doğduğu anda bir koluna bebeği, bir koluna da çocuğu takıp oradan oraya kuş misali gidebiliyor. Ben öyle ebeveynlere hep gıptayla bakmışımdır. Çünkü bizimkisi daha konuşamazken, bakkala bile organizasyon yaparak gidebilen biriydim ben... “Hımm, şimdi mama saatine 27 dakika var, bakkala gitmem yaklaşık yedi dakika, mamayı hazırlamak sekiz dakika sürse, kalıyor geriye 12 dakika. İmkânı yok gidemem…” tarzı iç bayıltıcı bir ruh halindeydim. Mama saatlerini gramı gramına not aldığım bir çizelge de vardı, ben yoksam bakıcı abla da bu çizelgeye her şeyi not etmek zorundaydı; “Saat 17.02. Bir kâse yoğurt yedi” kıvamındaki notlar hâlâ duruyor ve ben şu anda o eski halime elbette acıyarak bakıyorum.
Korkmamak Lazım…
Annelik misyonlarının cılkını çıkarmıştım, öyle diyeyim. Bu konuda iki kitap yazmam zaten başka neyle açıklanabilir? Hayatta en çok istediğiniz şeylerden biri kulaktan ateş ölçen bir termometre olabilir mi? Ya da internette baktığınız tek site bebeklerin aşısıydı, tuvalet eğitimiydi, bunları anlatan şeyler? İçinde ‘anne’ veya ‘çocuk’ sözcüğü geçen her kitabı almak için yanıp tutuşabilir misiniz? Yürüteç yararlı mı, zararlı mı diye seksen küsur makale okuyabilir mi bir insan veyahut biberonları her dakika sterilize etmekle geçirebilir mi bir kadın tüm gününü? Vallahi öyleydim ben, ne yalan söyleyeyim.
Ama bu paranoyaklık hali çocuk büyüdükçe sona erdi bende. Doktor seçimi bunu tetikleyen faktör oldu. Adama “arabada çocuk hasta olur diye klimayı açamadık” diyorsunuz, “sonra da 50 derece sıcakta şıpır şıpır terledik…” Kahkahalar atıyor ve “açın yahu klimayı” diyor. Dehşete kapılmış bir şekilde bakıyorsunuz çocuğunuzu emanet ettiğiniz adama; bir daha söylüyor, “Açın yahu, direkt gelmesin, yeter…”
Doktor anlattıkça uygulamalara hafiften başlıyorsunuz, yere düşen emziği musluğun altından sadece bir kere geçirdiğiniz gün aşama kaydetmiş oluyorsunuz, çizelgeleri bıraktığınız gün biraz daha serbestsiniz. Azıcık konuşmaya başlayıp da derdini anlatınca artı beş yüz puan falan daha… Korkmuyorsunuz artık nesi var anlayamayacağım diye… İyice büyüdüğüne kanaat getirdiğinizdeyse dünyanın en büyük rahatlığı. Biri bana beş yıl önce, “çocuğunla Yunan Adaları’na gidip haldır haldır gezeceksin” dese, dünyada inanmazdım. Kendi başıma çocuğu bir yerden başka bir yere sürüklemek? Yemeğiyle, burun akıntısıyla, şusuyla busuyla yalnız başıma başa çıkmak? Yok derdim, rüyada olur o, gerçek hayatta olmaz. Olabiliyormuş ama. Gittik geldik, yendik yani… Size de bir an evvel beşi deviren çocuklar diliyorum…