Çarşamba, Şubat 28, 2007

fun fun fun


Eğlence....

Çarşamba, Şubat 21, 2007

those were the days


Kedi günlerimiz vardı eskiden, Cheers tadında bir bardı bizim için. On sene önceydi. İşten çıkar, kendimizi oraya atardık. İşimizi fena halde seviyorduk, iyi de para kazanıyorduk henüz yirmili yaşlarında insanlar olarak.

Evli barklı değildik, hatta hiçbirimizin ödemesi gereken su faturası falan da yoktu. Tamamen kendimize aittik, ne yapıyorsak tamamen kendimiz için ve en çok da eğlenmek için yapıyorduk. Günlerimiz yeni çıkan albümleri Amerika'dan ısmarlamakla, sonra o albümleri gelince heyecanla jelatinlerini açmakla ve onları dinlemekle geçiyordu. Listelerimiz vardı, programa giriyor, çıkıyor, metinler yazıyor, reklamlar seslendiriyorduk kahkahalarla.

Hiçbirimizin sıkıntılı bir günü olmuyordu, hiçbirimizi bunaltamıyordu hayat, kanırtamıyordu. Ve dediğim gibi, işte konuştuğumuz, güldüğümüz yetmemiş gibi bir de Kedi'ye gidiyorduk hızımızı alamayıp. Acayip içkiler deniyorduk, peçetelere notlar yazıyor, arada bir müziğin başına falan geçiyorduk.

Barın sahipleri de radyodandı, hep beraber yani, yirmi dört saatlik bir hayat yaşıyorduk neredeyse. Sonra birkaç sene önce dağılmaya başladık. Herkes bir yerlere gitmeye başladı yani, başka işlere. Hem sonra çoluklandık çocuklandık. Faturalarımız inci gibi dizilmeye başladı. Yeni işler eskisi gibi para getirmez oldu.

Kedi, zaten kapandı çoktan. Ama şimdi başka bir yer var, arada bir gittiğimiz. High-Out. Geçenlerde, tıpkıeskigünlerdekigibi radyodan dört kişi oradaydık. Nasıl da eğlendik, sanki aradan hiç zaman geçmemiş gibi.

Aradan hatta bir dakika geçmemiş gibi. Radyodan çıkıp oraya gitmişiz, öyle sıradan bir günmüş gibi. Öyle eğlendik. Spontan buluştuğumuzdan olsa gerek. Planlasak böyle olamazdı çünkü...

Cuma, Şubat 16, 2007

meşhuuur bir blogger


Alec Baldwin Oscarlı falan bir aktör değildir. Hele şimdilerde iyi sayılabilecek filmlerde üçüncü sınıf rollerle hem kendini hem de beni mesela, avutmaya çalışmaktadır. Olsun ama, bana göre dünyanın ennnnn yakışıklı adamıdır. Şişmanlasa bile hem de... Neyse efendim, ne buldum; Baldwin'in blog yazdığını. Ne komik değil mi? İşte blog. Her ne kadar Alec kendini kasıp sadece politik olaylarla ilgili yazsa da, her allahın günü tıklayıp "ne yazmış acaba?" yürek çarpıntısı yaşamak çok güzel...

Çarşamba, Şubat 07, 2007

sobelenmek

binnur "sobe" demiş. hakkımda beş bilinmeyen mi? mmm, ne desem. beş madde yazsam, daha önce hiç bahsetmediğim?
* on yaşında falandım. pazar sabahları erkenden kalkar "pazar sineması"nı izlerdim, hani aile filmleri olurdu, anımsarsınız. bu filmlerden birinde bir "ronchie" vardı. otistikti ronchie. küçücük bir çocuktu. mutfakta tabak çevirerek saatlerini harcıyordu. derken bir psikolog yardımıyla hayata karışıverdi. o psikolog gözümde o an ilahlaştı. evet, büyüyünce dedektif falan olmayacaktım. büyüyünce ben kesinlikle psikolog olacaktım. o gün o filmi izlemesem psikoloji okur muydum bilmiyorum... bu bir.

* yine aynı yıllarda her cumartesi babamın bürosuna giderdim. sonra bir ara babamla dışarı çıkar, şekercioğlu'ndan özellikle can yayınları'ndan olmak üzere bir çocuk kitabı alır, büroya geri dönerdik. babamın işleri bitene kadar okurdum kitaplarımı, bitirirdim. o günlerde babam beni böylesine kitaba alıştırmasa, daha sonraları da daha büyük insan kitapları almasa bana, şimdi bu kadar okuyup yazar mıydım, bilmiyorum... bu iki.

* pek isterdim gözlerim bozulsun da gözlük takayım. hep televizyona yaklaşır, hatta içine girerdim. sırf bu yüzden gözlerim bozulmuş olabilir mi merak ederim. eğer öyleyse, çok hata etmişim. şimdi nefret ediyorum gözlük takmaktan... bu üç.

* çok zayıftım bir de. öyle böyle değil. safinaz dediler, cebine taş koy, uçarsın dediler, sana yemek vermiyor mu ailen dediler. dediler de dediler. nasıl üzülürdüm bilseniz. sınıfın en uzunu ve en zayıfı olmak çocukken pek zordu. ortalık zayıf ve uzun mankenlerle kaynamıyordu. dolayısıyla pek makbul değildi görünüşüm. bu açıdan mutsuz bir çocukluktu benimkisi. her şeyim iyi hoştu da, cebimde kayısılarla dolaşmak felaketti.... bu dört.

* önceki maddeyle bağlantılı olacak ama, köfteleri mesela, kimse görmeden yere atardım ben. annem mutfaktan çıktıysa, yardımcı teyzenin tabağına koyardım tabağımdakileri. okulda diyelim kıymalı patates var, peçeteye sarardım patatesleri. cebime koyar, akşam eve gidince atardım. mimlenmiştim çünkü okulda yemek yemiyor diye, bu yüzden tepsileri toplayan ağabeyler beni "olmamış, bitir öyle gel" diyerek masama geri gönderirlerdi. bu yüzden ben de işte cebime koyardım... bu beş.

ben de en can arkadaşım, yirmi küsur yıllık arkadaşım, yukarıda yazdıklarımı ezberden bilen tanya'mı ve figen'i sobeledim. anlatsınlar bakalım kendileri hakkında bilinmeyen beş şeyi.

Perşembe, Şubat 01, 2007

şubat


şubat ocaktan daha şahane bir ay. bir kere kısa. bir kere, o bitince mart gelecek. bu da demektir ki mart bitince de nisan gelecek... ama ocak ayındaysanız hepsi sanki uzak birer ülke, uzak bir hayal.
bugün 1 şubat ya, silkinip kendime geldim. niye mi? dedim ya; şubat bir kere kısa. bir kere o bitince mart gelecek. bu da demektir ki mart bitince de nisan gelecek... ama ocak ayındaysanız hepsi sanki uzak birer ülke, uzak bir hayal.

geldim kendime. köpek alasım vardı uzun zamandır. the secret'ta bile diyor, alın evcil hayvanı, hayatınıza neşe katın....
köpeğin adı çoktan konulmuştu, ŞOLA. adını nereden bulduğumu söylerim tabii, bir kitap kahramanı ŞOLA. kendini aslan sanan ŞOLA... neyse, bugün buldum köpeciği, bir ingiliz terrier. bembeyaz bir pamuk yumağı.
kızım zaten; her akşam iş yerime "köpeği aldın mı anne?" diyerek gelmekte. ister misiniz ben bugün kızımı okuldan alınca çıkıp gidip ŞOLA'ma kavuşayım... ister misiniz ha? ben çok istiyorum. içim kıpır kıpır. şubat şahane zaten, bir kere kısa. bir kere, o bitince mart gelecek. bu da demektir ki mart bitince de nisan gelecek... ama ocak ayındaysanız hepsi sanki uzak birer ülke, uzak bir hayal.

ŞOLA'ya gelince, kitap şurada... üç yaşından büyük bir çocuğunuz varsa, gözünüz kapalı alın... kitap okuyan bu köpeğe hayran olun, yazara alkış tutun. benim hayatta en sevdiğim kitaplardan biri bu, kızım da bayılıyor... günışığı ne yapsa seviyoruz da, ŞOLA bir başka...