Pazartesi, Kasım 29, 2010

Çarşamba, Kasım 03, 2010

Eşyalarla Buluşma



Yeni eve taşınırken insan uzun süredir görmediği eşyalarıyla da buluşuyor. Bazaları kaldırıyor, hurçları açıyor, artık giyemeyeceğiniz kıyafetlere sanki ilk kez görüyormuşçasına bakıyorsunuz mesela. Bir zamanlar 34 beden olmak! Geçmişe böylesi bir bakış sıkıntı verici olabiliyor, bir daha asla dönülemeyecek günler, tamamen geçmiş bir gençlik. Hem sonra aynı duygu fotoğraflarda da yakalıyor insanı. İşte o kıyafetleri giymiş olan genç insan… Sağlıklı, neşeli, hayata, işe yeni başlamış ya da okul sıralarında, kaygısız, mutlu.

Fotoğraf faslı bittiyse atmaya kıyamadığınız mektuplar, notlar, kağıtlar, dosyalar var. Her biri başka bir şaşkınlığa sürüklüyor insanı. Zira gündelik hayhuyda tamamen göz ardı edilmiş nesneler bunlar. Bir yerlere koymuş ve orada öylece zamana karşı durmuşlar. Sizin gibi değil yani. Siz günden güne yaşlanırken tamamen aynı kalan bu eşyalar, nesneler insanla dalga geçer gibiler. Asla değişmiyor, asla yaş almıyorlar. Öylece durup sizin yeni bir eve taşınmanızı veyahut da evi elden geçireceğiniz o büyük anlardan birini bekliyorlar. Sabırla, ses çıkarmadan, varlıklarını unutturarak hem de.

Unutulduklarından, bulundukları anda küçük çaplı bir duygu değişimine neden oluyorlar. Yine aynı şey; bütün bunları kim yazmış, şu el yazısı kimin, neden böyle demişim ya da işte “ah ne kadar aptalmışım!”…

Hepsini bir kenara bırakırsanız artık kullanmadığınız ama atmaya kıyamadığınız eşyalarla da buluşmak durumundasınız. Eski bir fincan, bir biblo, hediye gelen ama tamamen sizin tarzınızın dışında olan bir vazo… Aslında belki de yeni eve taşınmak bir “uyaran”. Saklamaktan vazgeç diyen, artık şu yaşından sonra düzenli ol diye gizliden gizli mesajlar veren bir sistem. Uyarsanız ne ala, eskilerden kurtulmak kolay olsaydı bunca eşyayla yaşıyor olmazdık gerçi. Ah yine bilemedim… Ne yapacağım bunca eşyayı ben?

Pazartesi, Kasım 01, 2010

Babamın Ettiği B*ktan Laflar...

Bir kere Justin Halpern’in “Babamın Ettiği B*ktan Laflar” isimli kitabına sadece küfürlü konuşan bir babanın acayip sözleri diye bakmamak lazım. En azından benim kitabı merak etmemdeki neden asla bu olmadı. Halpern’in yeni çağda tüm dünyada hızlı bir şekilde tanınıp, kitap anlaşmasından dizi sözleşmesine giden bir yolu vardı ve asıl ilgi çeken de benim gözümde bu oldu. 29 yaşındaki Justin pek de bir baltaya sap olamamış bir vaziyette, hayatı birazda karmaşık bir al aldığı sıralarda bir twitter hesabı açıyor. Kız arkadaşından yeni ayrılmış, işi yok, aile ocağına geri dönmüş vesaire. Evde “evlere şenlik” bir baba var. Akıllı, e biraz yaşlı ve sözünü esirgemeyen bir baba…

Justin ne zaman babasının söylediklerini arkadaşlarına aktarsa “Bu çok iyiymiş, bunu yaz” gibi tepkiler almış muhtemelen. “Shit My Dad Says” isimli twitter hesabını alması da bu yüzden. Birkaç takipçiyle başlayan yolculuk binlerce takipçiye kısa sürede ulaşıyor ve birden “Babamın Ettiği B*ktan Laflar” bir internet fenomenine dönüşmesine yol açıyor Halpern’ın. Sonra kitap teklifi geliyor.

Halpern kitapta doğru olanı yapmış; eğer sadece babasının ettiği laflardan oluşsaydı bu kitap, hiçbir işe yaramazdı… Hem babayı, hem de Justin’i tanımamış olsaydık olmazdı. Bu yüzden Justin kitabı yazarken çocukluğundan beri süregelen hikayeleri toparlamış, hem de tabiri caizse bu b*ktan lafları aralara serpiştirmiş.

Açıkçası muhteşem bir babası var. Her eve lazım cinsten. Küfürlü konuşmasını es geçersek( hiç sevmem küfürlü konuşmaları) her cümlesinde bir hayat dersi var. Kimi zaman acımasız görünse de aslında hep oğlunu koruyan, kollayan, daha iyisini başarması için yüreklendiren bir üslup onunkisi. Kitabın ve bu cümlelerin başarısı olumsuz gidi görünen bir ifade biçimiyle aslında tamamen olumlu mesajlar veriyor olması; tezatın büyüsü denebilir hatta.

Çocuğuyla iletişim kurmayan, gayret bile göstermeyen ebeveynlerin olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Küfürle de olsa çocuğuna yol gösteren bir baba bulmuşuz, kaçırmayalım, okuyalım. Diziyi de merakla bekleyelim derim ben. Kitap Resif Kitap’tan taze çıktı, Anıl Bilge çevirdi. Baskısı yenilendi bile. Hadi bakalım!